Muasır Medeniyetlere Erişme Gayreti Yahut Hamster Çarkı
Hamster nedir bilir misiniz? Kısa kulaklı, kısa kuyruklu, minik, sevimli, evcilleştirilebilir bir fare türüdür. İnsanlar evlerinde, kafeslerde besler bu sevimli yaratıkları. Hamster denilince akla kafes içindeki bir çark da gelir. Bu hareketli hayvan koşsun, enerjisini harcasın diye icad edilmiş bir şeydir bu hamster çarkları. Gözleri çok da iyi görmeyen hayvan, kafesindeki çarkın içine girer ve hiçbir hedefe varmanın mümkün olmadığı, bitmek tükenmek bilmez yolda saatlerce koşar durur. Sahipleri için bir eğlencedir zavallı hayvanın beyhude çabası.
İnsanın zalimliğine mi verirsiniz yoksa zekâsına mı bilmem, bu hayvanın beyhude koşusu sadece gözüme hitap etmesin, bari elektrik üreteyim diye düşünenler bile var. Bu konuda bir forumda rastladığım hamsterın çark koşusundan üretilecek elektrik ile LED ışıklandırma yapmak amacıyla yapılan “ince” hesabı paylaşmak isterim:
Hayvanın 8 saat koşarak harcadığı enerji yediği yemekten kalori olarak bulunur, 1 kalori=4.18 joule dir, 1 joule=1 watt saniye dir yani (1 led beyaz 3.6 volt 10 miliamperde çalışsa 3.6*0.01=0.036 watt güç harcar) saniyede 0.036 watt * 1 saniye = 0.036 joule harcar 0.036 joule =0,008612 kalori eder yani hamster saniyede 0.008612 kalori harcamalıdır 8 saatte ise 8*60*60*0.008612=248,03 kalori harcamalıdır sistemimizin kayıpları olacağı düşünülürse bunun 1.5 katını harcıyor olması iyi olur, yani 372 kalori alıyorsa bu işi yapar!
İşte bu “insana” acayip fikirler ilham eden, o hiç varılmayacak menzile doğru durmadan koşturan hamsterlardan birini ne zaman görsem millet olarak perişan halimizle bir paralellik kurarım. Nasıl mı? Anlatayım…
Millet olarak “harikulade” bir hedefimiz, dolayısıyla koşmak için bir sebebimiz vardır: “muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkmak”. Mustafa Kemal, 1933’te verdiği onuncu yıl nutkunda bizim için bu “ulvi” hedefi şöyle tespit etmektedir:
Yurdumuzu dünyanın en mamur ve en medeni memleketleri seviyesine çıkaracağız. Milletimizi en geniş refah, vasıta ve kaynaklarına sahip kılacağız. Milli kültürümüzü muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkaracağız. Bunun için, bizce zaman ölçüsü geçmiş asırların gevşetici zihniyetine göre değil, asrımızın sürat ve hareket mefhumuna göre düşünülmelidir. Geçen zamana nispetle, daha çok çalışacağız. Daha az zamanda, daha büyük işler başaracağız. Bunda da muvaffak olacağımıza şüphem yoktur. Çünkü, Türk milletinin karakteri yüksektir. Türk milleti çalışkandır. Türk milleti zekidir. Çünkü Türk milleti milli birlik ve beraberlikle güçlükleri yenmesini bilmiştir. Ve çünkü, Türk milletinin yürümekte olduğu terakki ve medeniyet yolunda, elinde ve kafasında tuttuğu meşale, müspet ilimdir.
Bu yaklaşımı, “gelişmekte olan”, yahut “geri kalmış” diye tavsif edilen tüm ülkelerin liderlerinin sözlerinde birebir olarak tespit etmek mümkündür. Uzun eğitim yılları boyunca (aslında indoktrinasyon demek lazım) zihnimize nakşedilen bu düşünce aslında temel olarak şu varsayımlar üzerine kurulmuştur:
1. İleri (muasır-çağdaş) medeniyetler ve geri (çağdışı) medeniyetler vardır. Bizim medeniyetimiz geri bir medeniyettir.
2. Bizim ve tüm insanlık için artık tek bir “medeniyet” vardır ve diğer medeniyet iddialarını bir tarafa bırakıp, o “yegâne” medeniyet yolunda ilerlemekten başka bir alternatif yoktur.
3. Türk milleti “asrımızın sürat ve hareket mefhumuna göre” çok gayret ederek bu işi başaracaktır çünkü zekidir, çalışkandır ve müspet ilmin aydınlığında ilerlemektedir.
Bir de bu varsayımların arka planını oluşturan temel bir “kabul” var. İnsanlık için tek bir gelişme çizgisinin olduğunun, o çizgiden asla ayrılmadan, önümüzde olanlara yetişmek için hızlanmak ve onları geçmekten başka bir çare bulunmadığının kabulü. Bu kabulü benimsediğinizde gelişmiş batı medeniyetinin o gün bulunduğu noktayı ve kendisi için tespit ettiği hedefi tüm insanlığın ortak hedefi haline getirmiş, batı medeniyetinin geçirdiği merhalelerinden bir bir geçmeden ilerlemenin mümkün olmadığını da kabul etmiş oluyorsunuz.
Bu kabuller çerçevesinde, derin bir vadinin dibinde, mevcut olan tek yolda, bizi çoktan geçmiş araçları yakalamak için elimizden ne gelirse yapıp süratlenmemiz gerektiği önermesi, çok da yanlış görünmüyor olabilir.
Mesele şu ki, bu paçalarından adeta aşağılık kompleksi ve mağlubiyet çaresizliği sızan varsayımlar ve kabullerde çok ama çok yanlış bir şeyler var.
Her şeyden önce tek ve mutlak tek bir yolun, tek bir gelişim çizgisinin kabulü, arkadan yetişmeye çalışanları hayli mütevazı bir hedefe mahkûm ediyor: Muasır medeniyetleri bu yarışta yakalasak bile, onların ayak izlerinden giden sadık ve muti tilmizleri olarak, en iyi ihtimalle onların kâmil bir kopyası olabiliriz. O kadar…
İkinci olarak medeniyetler arasındaki mücadeleyi, birbirleri ile aynı yolu kullanmaktan ve geçerken birbirlerine korna çalmaktan gayrı bir irtibatları olmayan arabaların yarışı gibi tasavvur etmek çok vahim bir hata. O hayranlıkla seyredilen “gelişmiş” batı medeniyetinin, maddi refahının mühim bir kısmını “geri kalmış” diye yaftaladığı milletlerin kan ve terleri üzerinden sağladığı nasıl görmezden gelinebilir?
Başta bahsettiğim hamster çağrışımına sebep olan hususa gelince… Görüldüğü gibi, izaha çalıştığım problemli varsayım ve kabullerden dolayı “medeniyet yolunda” çırpınmamız, say’ımız bizi ileri götürmüyor. Deli gibi koşturuyor, efendilerin çarkını çeviriyor, onları eğlendiriyor, daha mühimi, onları bu çabamızla biraz daha zengin ediyoruz. Ancak ne yaparsak yapalım, “muasır medeniyet” dediğimiz mahbubemiz, an be an eteklerini savura savura bizden uzaklaşıyor. Ne teknolojide yetişip uçuşan saçlarına dokunabiliyoruz o dilberin, ne doğal bilimlerde ayağının tozuna yetişebiliyoruz, ne de beşeri bilimlerde yakınına yanaşabiliyoruz. Sadece onun sofra artıklarının, “fakir ama hovarda müşterileri” olabiliyoruz o kadar.
Peki, ne yapalım? Çalışmayalım mı? Bu zaten hezimet yaşadığımız mücadelede hep mağlup mu kalalım? Bu sorulara bir dahaki yazımızda cevap arayacağız.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.