Zeynep OKUMUŞ

Zeynep OKUMUŞ

Yıkım

Yıkım

Savaş… İnsanlığın kara lekesi. Tarih boyunca insanoğluna en büyük yıkımı yaşatan o olay. “En büyük utanç kaynağı” diyor Albert Einstein. Birileri geniş gülümsemeleriyle kahkahalara boğulurken, başka birilerinin üzerine düşen kara gölgenin ta kendisi savaş. Yıkım… Bazen kimilerinin sessizce ölümü beklemesi, bazen bize kucak açan toprağı bombalarla yarıp geçen ihanetimiz savaş. Fakat savaş en çok ne biliyor musun? Bir çocuğun yerde bulduğu kurşunlarla oyun oynaması savaş.

Güneşin son ışıkları meydanları aydınlatırken, insanların gökyüzündeki kızıl yamaçta gölgeler gibi kaybolmasını seyreden bir çocuksun. Hayal etmesi zor, yaşarken de öyledir her halde. Kulağının dibinde patlayan bombalarla uyumayı öğrenmişsin artık.

Kurşunun insan öldürme tehlikesi olduğunu anneni kollarında kaybettiğinde anladın. Karnının ortasında bir delikle veda etti sana. O gün bugündür babanın sana tahtadan yaptığı oyuncak silahı eline alamıyorsun. Zaten kendisi de günlerdir yok, en son birkaç asker sürükleyerek götürmüştü onu. Gelecek diye bekliyorsun yine de.

Ablan var yanınızda, başınız omzuna koymuşsun. Birkaç gün önce bombalanmış bir binanın molozları arasında parmakları kesik eldivenlerle oturuyorsunuz. Kimse sizi aramıyor, kimse sormuyor, belki de kimse görmüyor. Açlıktan ölmek üzereyken biri geliyor sığınağa götürüyor sizi. “her şey kısıtlı” diyor. “3 günlük suyumuz ya var ya yok.”

Ablanın elleri toz toprak olmuş saçlarında geziniyor. “olsun” diyor, “burası sıcak”. Yarım kuru ekmek veriyorlar size, bir bardak da su. Dışarıdan gelen vahşetin seslerini ablanın güzel sesi kesiyor, ninnilerle uyuyorsun. Savaşın en masum kurbansın sen. Yaşadıklarınıza anlam veremiyor, ölümün ne olduğunu yeni yeni kavrıyorsun. Neyi beklediğinizi bile bilmeden bekliyorsun.

Belki de bu dinlediğin son ninniydi. Kimse sana hayalini, hangi mesleği olmak istediğini, en sevdiğin oyunu sormadı. Sabaha doğru birkaç asker giriyor sığınağa, ablanın ellerini sıkıca kavrıyorsun korkudan fakat eline gelen soğukluk içini ürpertiyor. Dün ki yarım ekmeğin hepsini sana vermişti o. Ablanın buz gibi elleri yer ile buluşurken algın kesiliyor. Kafana namlu dayayan asker çocuk olup olmadığı sormadı…
Bir çocuğun gözleri savaşın vahşetini, taşıdığı ideolojileri, siyasi kavgaları, getirdiği zorlukları göremez. Korku ile doludur onun hareleri. Fakat savaşın asla bir kazananı olmadığını hepimizden daha iyi bilir, sadece hayatta kalanlar ve kaybedenler vardır. Ve hiçbir zaman masum insanları öldürmenin utancını kapatacak kadar büyük bir bayrak yoktur, olmayacaktır. Özgürlük ve barışa aynı ayna sahip olamayacağımızı anladığımızda iş işten geçmiş bile olabilir.

Bütün bunların yanı sıra, savaş sadece yıkımdan ibaret değildir. Bazen küçük bir ışık görebilmek için karanlığa ihtiyacımız vardır. Öyle olaylardır ki savaşlar, toplumları bölünmüşlük ve düşmanlığa sürüklerken aynı zamanda kendi kaotikliği içinde insanlar arasındaki bağları da derinleştirir. Bunun için dininizin, dilinizin, ırkınızın herhangi bir önemi de yoktur. Savaşın insanlığın beraberliğine etkisi, bir masalın iki yüzüymüşçesine karmaşık ve çelişkilidir. İnsanların adalet duygusunun kamçılaması üzerine arayışa girmeleri ve bütün bu acımasızlığa karşı direnişe geçmelerinin garip hikayesidir bu. Fakat ne yazık ki kısa sürer. Her şeyi başlatanların da insan oldukları fark edilmeyerek vicdansızlıktan bahsedilmeye başlanır. Ve karanlığın içinden süzülüp giden beyaz ışığın ardından bakan yine bir çocuktur.

Savaş bir çocuğun yerde bulduğu kurşunlarla oyun oymasıdır kısaca. Çünkü herkes hayatına geri döndüğünde çocuğun ellerinden kurşunları kimse almaz, yarasının derinliğine kimse bakmaz ve büyüyüp büyümediğini kimse sormaz. Eline oyuncağını bile alamadığı silahın gerçeğini tuttuğunda ise savaş bitmiştir, artık sadece kaybedenler vardır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
SON YAZILAR