Salih Cenap Baydar
Finlandiya eğitim sistemi General Mannerheim ilke ve inkılapları üzerineFinlandiya eğitim sistemi General Mannerheim ilke ve inkılapları üzerine
Geçtiğimiz 24 Kasım öğretmenler gününde âdet olduğu üzere öğretmenlere yönelik kutlamalar, tebrikler havalarda uçuştu. O bildik “devlet öğretmenlere hak ettikleri önemi göstermiyor” teranesi bol bol tekrarlandı. Okulları rejimin endoktrinasyon merkezleri, öğretmenleri ideoloji aşılamak suretiyle geniş –ve cahil- halk kitlelerini “aydınlatmakla” vazifelendirilmiş fedakâr neferler olarak gören çağdışı anlayışın adeta ölmek bilmez bir hayalet gibi aramızda dolaşmayı sürdürdüğüne şahit olduk.
Sonra Milli Eğitim Şurası’nda alınan kararlar ülkemizin gündemine oturdu. Gazeteciler, bürokratlar, sendikacılar, siyasetçiler, eğitimciler uzun uzun eğitim konularını tartıştı ve bu tartışmalar günlerdir hız kesmeden devam ediyor.
Zihnimize neredeyse “kazınmış” bir model olsa da, “Bilimin ışığıyla aydınlanıp, bu ışığı karanlıklar içinde kalmış insanımıza taşımak için çırpınan öğretmen” modeli bugün ancak bir karikatür malzemesi sayılabilir artık. “Bilgi” erişilmesi zor bir şey değil çok zamandır. İnternet bilgi kaynaklarını herkesin evine, parmaklarının ucuna kadar getirdi. Gazetelerden kuponlar kesilip, cilt cilt elde edilen ansiklopediler bugün sadece birer kitaplık dekoru olarak kullanılıyor. İstenildiği anda bu kadar kolay ve hızlı erişilir hale gelen bilginin körpe zihinlere tepiştirilmesi, zaten sorgulanan anlamını iyiden iyiye kaybetti!
Bugün bir ilköğretim altıncı sınıf öğrencisine, istediğinde telefonundan üç saniyede erişebildiği, Mezopotamya Uygarlıklarının kronolojilerini ezberlemesinin neden gerekli olduğunu izah edemiyoruz. Bir lise öğrencisini Mondros mütarekesinin maddelerini ezberlemeye zorlayabiliyoruz ama bunun keyfi, anlamsız bir zorbalıktan başka bir şey olmadığına inandıramıyoruz.
Aslında sorgulamaya en temel noktadan başlamak lazım: Niye eğitim veriyoruz? Bizde eğitimin “resmi” amacı nedir? Cevap bulabilmek için 1973 tarih ve 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu’nun ilk maddesine bir göz atalım:
Türk Milli Eğitiminin genel amacı, Türk Milletinin bütün fertlerini,
1. (Değişik: 16/6/1983 - 2842/1 md.) Atatürk inkılap ve ilkelerine ve Anayasada ifadesini bulan Atatürk milliyetçiliğine bağlı; Türk Milletinin milli, ahlaki, insani, manevi ve kültürel değerlerini benimseyen, koruyan ve geliştiren; ailesini, vatanını, milletini seven ve daima yüceltmeye çalışan, insan haklarına ve Anayasanın başlangıcındaki temel ilkelere dayanan demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devleti olan Türkiye Cumhuriyetine karşı görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları davranış haline getirmiş yurttaşlar olarak yetiştirmek;
Türk milletinin milli, ahlaki, insani, manevi ve kültürel değerleri derken aslında muktedirlerin kafasındaki idealize edilmiş bir formatı dayatan, belli bir makbul ideoloji tanımlayan bir madde bu. Kanunun diğer maddelerinde nispeten daha makul sayılabilecek başka amaçlar sıralanmış ama onlar da ister istemez bu ilk maddenin gölgesinde kalıyorlar.
Darbeci askerlerin bundan yaklaşık otuz sene evvel, zorbaca insanları belli bir ideolojik kalıba sokma hevesleri çerçevesinde tasarladıkları bu formatla mesafe almamız mümkün mü bugün? Sorumuza eğitim seviyemizin tescillendiği beynelmilel ölçümlerden hareketle cevap arayacağız. Hepimizin zihni uzunca bir süredir belli bir yaklaşımla az çok formatlandığı için belki bu “amaçlardaki” yanlışlıkları ve neticelerini ilk bakışta fark edemeyebiliriz. O yüzden bir mukayese yapmamız, bunun için de eğitim konusunda dünyada başı çeken ülkelerin “amaçlarına” bir göz atmamız gerekiyor. Peki, hangi ülkeler bu eğitim konusunda başı çeken ülkeler?
Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (OECD) tarafından 1997'de geliştirilen ve PISA olarak kısaltılan Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı isimli uluslararası çapta bir sınav var. Bu sınav üç yılda bir 15 yaşındaki öğrencilerin başarısını ölçmek üzere yapılıyor. Otuz dördü OECD ülkesi olmak üzere yaklaşık yetmiş ülke katılıyor. Temel olarak okuduğunu anlama, fen ve matematik okuryazarlığı ölçülüyor. Buradaki “okuryazarlık” kavramı, öğrencilerin doğru yazılı kaynakları bulma, kullanma, kabul etme ve değerlendirmesi olarak tanımlanıyor. Bu kavram eğitim dünyasında, Amerikalı Profesör James Paul Gee’nin 1998’de yayımladığı “Preamble to a literacy program” adlı çalışmasında tanımladığı şekliyle kabul ediliyor. Gee bu çalışmasında okuryazarlığın kelime, gramer, sözdizimi gibi bilgilere sahip olmak kadar, bu bilgilerin de yardımıyla çevreyle iletişimin sağlandığı bir tür sosyal beceri olduğunu söylemekte. Gee’ye göre mesela matematiksel okuryazarlık, sadece matematiksel kavramlar ve işlemler bilgisinden ibaret değil. Kişilerin hayatta karşılarına çıkan çeşitli problemleri çözmede matematik bilgilerini ne kadar etkili kullanabildiklerini de içerir. PISA da işte böylesi bir “okuryazarlığı” ölçmeye çalışmakta.
Eğitim konusunda başı çeken ülkelerin hangileri olduğunu görmek için, PISA derecelerine müracaat edelim. PISA 2012 uygulamasına, 65 ülkeden 15 yaşında 510.000 civarında öğrenci katılmış. Bunlardan 4848’i ülkemizden katılanlarmış.
Çin’in eğitimde büyük başarısı açıkça görülüyor. Amerika ilk yirmi ülke arasında yer bulamamış. Bu tablonun doğrudan neticeleri var. Geçtiğimiz hafta gözlerimizin önünde sessiz bir devrim gerçekleşti. IMF'nin devletleri, "reel" üretim bazında karşılaştırdığı son raporuna göre Çin, ilk defa Amerika’yı geride bırakarak dünyanın en büyük ekonomisi oldu. Çin, yaklaşık 130 sene önce İngiltere’yi geçerek dünyanın en büyük ekonomik gücü haline gelen Amerika’nın üstünlüğüne son verdi. 4 Aralık 2014 günü www.marketwatch.com sitesinde bir makale yayınlayan ekonomi yazarı Brett Arends bunu şu cümlelerle duyurdu:
Bunu söylemenin kolay bir yolu yok, o yüzden söyleyivereceğim: Artık bir numara değiliz. Bugün iki numarayız. Evet, bu resmi bilgi! Çin ekonomisi Amerikan ekonomisini geçerek dünyanın en büyük ekonomisi oldu. Ulysses S. Grant’ın başkan olduğu günlerden beri ilk defa Amerika gezegenin lider ekonomik gücü değil! Bu birdenbire oldu ve nerdeyse kimsecikler fark etmedi! Aman dikkat! Bu Rihter ölçeğine göre çok şiddetli bir jeopolitik deprem!
Konumuza dönelim. Eğer gözleriniz bu listede ülkemizi aradıysa boşuna yorulmayın. Bu sınavda ülkemiz maalesef nal topluyor. Bırakın ilk yirmiyi, ilk kırk ülke arasına bile giremiyoruz. PISA sonuçlarına göre maalesef 15 yaşındaki çocuklarımızın önemli bir kısmı çok temel aritmetik ve okuduğunu anlama becerilerine sahip değil. Peki, başarılı ülkeler eğitimlerinin amaçlarını nasıl tanımlıyorlar? Mesela sadece ilk ve orta öğretim öğrenci sayısı bizim nüfusumuzun yaklaşık üç katı olan Çin’de eğitimin amaçlarından ilki “Mao devrimlerine ve ilkelerine bağlı bir nesil geliştirmek” olarak tanımlanıyor olabilir mi? Yahut Finlandiya’nın tüm eğitim sistemini Finlandiya’nın taçsız kralı General Mannerheim’in inkılapları üzerine kurguladığını hayal edebilir miyiz?
Eğitimin amacını, geniş halk kitlelerinin zihinlerini devlet ideolojisi çerçevesinde formatlamak, yetişen yeni nesillerin beyinlerini hâkim fikirler doğrultusunda yıkamak diye tanımladığımız müddetçe dünyadaki yarışta geri kalmaya mahkûm olacağız. Kemalist robotlar yetiştirme ideali ne kadar yanlışsa bu ideali başka ideolojik alternatiflerle tekrarlamak da yanlıştır. Bugünün siyasetçileri, bu yaklaşımın işe yaramadığını en iyi kendilerine bakarak görebilirler.
Çok kapsamlı bir eğitim reformuna ihtiyacımız var. Biz çok ezberi bozmamız gerekiyor. Bunun ilk adımı eğitimin amacını yeniden tanımlamak olabilir. Dünyanın eğitim konusunda en parlak ülkesi sayılan Finlandiya’nın eğitimin amacı olarak belirlediği ilkeler, belki bize de ilham verebilir:
Eğitimin amacı öğrencilerin bir insan ve toplumun etik açıdan sorumlu birer mensubu olarak yetişmelerini desteklemek ve onlara hayatlarında ihtiyaç duyacakları bilgi ve becerileri kazandırmaktır.
Erken çocuk eğitiminin de bir parçası olarak ilköğretimin amacı çocukların öğrenme kapasitelerinin arttırılmasıdır.
Salih Cenap Baydar
Twitter: @salihcenap
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.