İSLAM SANCAKTARI OLACAK NESİLLER
Çocuklarımız, bize önce Allahü teala'nın sonra da insanlığın birer emanetleridir; bunu bilelim ve onları yetiştirirken uygulayacağımız eğitimin temel taşlarını ona göre yerleştirelim.
Bu konu Kur'an-ı Kerimde şöyle anlatılmaktadır. "Bilin ki mallarınız ve çocuklarınız (size hem emanet, hemde imtihan)dır. Ama (bunlarda İslami ölçü ve görevlere uyulursa) büyük mükafatın Allah katında olduğunuda bilin" (Enfal/28) O zaman işe önce emanetin ne demek olduğunu öğrenerek başlayalım. Emanet = Güvenilir olmak, doğruluk, bir kimseye koruması için geçici olarak verilen her hangi bir şey, gibi anlamlara gelmektedir. Demek ki, çocuklarımız öyle bizim zannettiğimiz gibi evimiz, arabamız veya çok sevdiğimiz özel eşyalarımız sınıfından değiller. Onlar geçici bir süre için korumamız, aynı zamanda Rabbi'nin emirlerine itaat eden, muti birer kul; insanlığa faydalı ve İslam sancaktarı olacak bireyler olarak yetiştirilmek üzere bize verilen emanetlerdir. İşte bu sebepledir ki, o emanetlere layıkıyla muamele etmek en asli görevimizdir. Bunun için yapmamız gereken ilk iş, güzel bir örnek teşkil edecek anneler ve babalar olmaktır. Çünkü çocuk ilk eğitimini ebeveyninden alır; onları taklit eder ve onların adımlarını takip ederek başlar hayata. O yüzden anne - baba olarak attığımız her adımın bilincinde olmalı, yürüdüğümüz yolda ardımızdan gelenlere izler bıraktığımızı unutmamalıyız.
Peki, neye göre ve nasıl yaşamalıyız ki, hem kendimizi hemde çocuklarımızı koruyalım; işte yine en doğru ve en sağlam kaynak olan Kur'an-ı Kerim bu konuda imdadımıza yetişiyor. Allahü teala Tahrim suresi 6. ayette "Ey iman edenler (Ailede beraberce İslam'a uygun yaşayında böylece) kendinizi ve çoluk çocuğunuzu, yakıtı insanlar ve (yanıcı) taşlar olan ateşten koruyun. Onun üzerinde (görevli) iri yapılı, haşin tabiatlı, Allah'ın kendilerine emrettiği şeylere baş kaldırmayan ve emredildikleri şeyleri yapan (ondokuz zebani) melekler vardır." buyurarak bizlere nasıl bir yaşam tarzını benimsememiz gerektiğini anlatmaktadır.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.)'de "Her çocuk fıtrat (Allah'a iman ve dini duygu mayası) üzerine doğar; sonra ana - babası onu, ya yahudileştirir ya hıristiyanlaştırır yada mecusileştirir." (Buhari) buyurarak çoculların eğitiminde ebeveynin etkisine dikkat çekmiştir. Çocuk daha doğmadan anne ve babasının yediğinden - içtiğinden; doğduktan sonra da onların yaşam tarzlarından etkilenir. Eğer bizler de ana - baba olarak geleceği şekillendirecek ve İslam'ın sancaktarlığını yapacak nesiller yetiştirmeye talipsek, harama - helale dikkat etmeli, her işte Allahü teala'nın rızasını gözetmeli, Rasulullah (s.a.v.)'in ahlakıyla ahlaklanıp yaşantımızı bu temeller üzerine inşa etmeliyiz. Yaptıkları yanlışlardan dolayı çocuklarımıza kızmadan ve onları cezalandırmadan önce, kendi davranışlarımızı gözden geçirmeli; geçmişte hiç önemsemeden işlediğimiz bir suçun cezasını, kendi evladımızın kötü huy ve ahlak sahibi olmasıyla ödeyebileceğimizi unutmamalıyız. Büyükler çocuklarda görülen nahoş davranışların sebebinin, ebeveynlerin neticesini düşünmeden, nefislerinin arzularına gafletle yenik düşmelerinin sonucu olduğunu bildikleri için, çocuklarının yaptığı yaramazlıklardan şikayetçi olanlara: "_ Onun bir suçu yok; ya anası bir hata işledi yada kabahat bende" buyurarak bu durumu düzeltmek için çocuğu uyarmadan önce sebebini araştırmıştır. İstanbul'un manevi erlerinden olan Ebul Vefa hazretlerinin oğlu ile imtihanı tam da bu konuyu anlatmaktadır. Dilerseniz bizler de evlatlarımıza güzel örnekler olmak; yanlışa düşmemek için onların ayak izlerini takip edelim ve bakalım onlar böyle bir soruna nasıl bir çözüm bulmuşlar.
İstanbul'a henüz çeşmeler yapılmadığı için, sakalar yani sucular evlere hayvan sırtında, eti yenen hayvanın derisinden tabaklanarak elde edilen tulum olan, kırba ile su taşırlarmış. Ebul Vefa hazretlerinin de o dönemde oyun yaşlarında bir oğlu varmış; işte bu çocuk o sakaların kırbalarını delerek hem suyun boşa akmasına hemde kırbaların zedelenmesine sebep oluyormuş. Sakalar bu durumdan rahatsız olmalarına rağmen, huzura varıp şikayet etmekten çekinmişler. Fakat suculardan biri dayanamayıp durumu Ebul Vefa hazretlerine açmaya karar vermiş ve: "_ Efendim ne zamandan beri sizin çocuk bizim kırbalarımızı elindeki iğne ile delmekte ve ağzını dayayıp içmektedir. Biz bu zamana kadar bir şey söylemedik ama artık dayanamaz olduk; siz bir tenbihte bulunsanız da bu halinden vazgeçse" demiş. Ebul Vefa hazretleri bu duruma çok üzülmüş; ne kadar kırbası delinen sucu varsa hepsinin zararını ödeyerek gönüllerini almış ve: "_ Bir daha olmaz inşallah, suç çocukta değil mutlaka bizdedir. Ya anası bir hata işledi yada kabahat bende" diyerek sucuları gönderdikten sonra hanımını çağırarak meseleyi anlatmış: "_ Hanım, kabahat ya sende ya bende; acaba geçmişte yanlış birşey yapmış olabilirmiyim diye düşündüm ama bulamadım. Sen de iyi düşün çocuğa hamile iken veya emzikli iken haram birşey yedin mi?" diye sormuş. Hanımı gayr-i meşru hiçbir şey yemediğini yalnız, çocuğa hamile iken komşunun bahçesindeki nardan canının çektiğini ve iğne ile delerek bir damla emdiğini söyleyince Ebul Vefa haretleri sevinmiş ve: "_ Elhamdülillah hastalık teşhis edildi" diyerek komşusundan helallik dilemesini ve ne isterse vermesini söylemiş. Hanımı durumu komşusuna anlatıp helallik isteyince komşusu: "_ Bir damla nar suyunun ne kıymeti olur helal olsun" diyerek hakkını helal etmiş. Mesele böylece hallolduktan sonra Ebul Vefa hazretlerinin uyarmasına bile gerek kalmadan oğlu bu kötü huyundan vazgeçmiş.
Demek ki; herhangi bir durumda sonuç hoşumuza gitmezse, ortalığı kırıp dökmeden gönüllere geri dönüşü olmayacak hasarlar vermeden önce, sorunun sebebini araştırıp bulmalı ve ortadan kaldırmalıyız. İşte o zaman özlemle beklenen İslam sancaktarı olacak nesillere kavuşabiliriz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.