ZEKAT
Dinimiz Toplumun Huzur ve Mutluluğuna Büyük önem vermiştir ve Bunu gerçekleştirmek içinde bir takım esaslar koymuştur…Bunlardan biriside Zekattır..Dinimiz Zekatı Farz kılarak Zenginlere Mallarının ve Paralarının Belirli bir Bölümünü her yıl Muntazam olarak Fakirlere vermelerini Emretmiştir..
Zekât, temizlik, artma ve bereket demektir. Başka bir ifadeyle Cenabı-ı Hakk’ın kendi lütfünden servet vermiş olduğu zenginlerin, sırf Allah rızası için mallarının belli bir miktarını, Allah’ın bildirdiği kimselere ve yerlere vermesidir. Böylece hem muhtaç olanların ihtiyaçları giderilmiş, hem sahavet gibi yüksek bir haslete mazhar olunmuş, hem de Allah’ın emri yerine getirilmekle O’nun rızası kazanılmış olur. Zekâtla hem mal sahibi temizlenir, hem de malında bereket görülür
Zekât, Allah’ın bize vermiş olduğu nimete karşılık bir şükür ifadesidir. Zekât vermekle hem
verdiği nimetler için Allah’a şükretmiş oluruz hem de içinde yaşadığımız topluma karşı insanlık görevimizi yerine getirmiş oluruz.
Zekât, zenginlerle fakirler arasındaki kıskançlık, kin ve düşmanlık duygularını giderir. Dostluk ve saygı bağlarını kuvvetlendirir. Zekât, insandaki cimrilik ve bencillik gibi kötü huyları yok eder. Bunların yerini, iyilik ve hayırseverlik gibi güzel huylar alır.
Zenginler zekât vermekle toplum yararına da çalışmış olur. Çünkü bir ülkede yoksullar
çoğaldıkça huzursuzluk, ihtiyaç sahipleri azaldıkça huzur artar. Her zengin, malının zekâtını
verecek olursa ülkede fakirlik azalır. Bu konuda Cafer-i Sadık şöyle der: “Zekât zenginleri sınamak, fakirlere destek olmak için konulmuştur. Eğer insanlar mallarının zekâtını verselerdi hiçbir Müslüman fakir ve muhtaç kalmaz, Allah’ın farz kıldığı bu hakla o da ihtiyaçlarını gidermiş olurdu. Zenginlerin açgözlülüğü olmasaydı halk fakir, muhtaç, aç ve çıplak kalmazdı.” Zaten zekâtın bir amacı da yoksulluğu ortadan kaldırmaktır. Bu nedenle zekât verecek kadar malı olanlar zekâtını vermeyi ihmal etmemelidir.
Zekât ekonomik dengesizlikleri önler. Çünkü zekât sayesinde fakirlerin eline para geçer.
Böylece fakirler de aldıkları yardımla alışveriş yaparak ekonomik hayatın canlanmasına katkı
sağlarlar. Ayrıca zenginler yatırım yaparak üretime katkıda bulunur. Yoksullar ise yeni açılan
bu iş sahalarında kendilerine iş imkânı bularak yoksulluktan kurtulur ve ileride zekât verecek konuma gelirler.
Sa‘lebe b. Hâtıb Hz. Peygamber’e (s.a.s.) geldi ve ‘Yâ Resûlallah, bana mal vermesi için Allah’a dua et!’ dedi. Peygamber Efendimiz (s.a.s.) “Yazık ey Sa‘lebe, şükrünü eda ettiğin az mal, şükrüne güç yetiremediğin çok maldan hayırlıdır.” buyurdu. Sa‘lebe tekrar aynı şeyi istedi. Allah Resûlü (s.a.s.) “Yazık ey Sa‘lebe, benim gibi olmak istemez misin? Zira şu dağların altın ve gümüş olarak benimle beraber yürümesini dileseydim mutlaka gerçekleşirdi.” buyurdu. Sa‘lebe tekrar ısrarla ‘Yâ Resûlallah, bana mal vermesi için Allah’a dua et! Yemin ederim ki, Allah bana mal verirse her hak sahibinin hakkını mutlaka vereceğim.’ dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle dua etti: “Allahım Sa‘lebe’ye mal ver!”
Derken Sa‘lebe birkaç koyun edindi. Koyunları tırtılların üremesi gibi sürü haline geldi. Medine’ye sığmaz olunca taşraya göç etti. Daha önce vakit namazlarını Rasûlullah ın arkasında kılarken sadece öğle ve ikindiye iştirak etti. Koyunları biraz daha çoğalınca ancak cuma namazına katıldı. Koyunları daha da artınca uzak bir vadiye intikal etti; cuma ve cemaati terk etti.
Bir defasında Rasûlullah (s.a.s.) ashabına “Sa‘lebe’ye ne oldu (hiç görünmüyor)?” diye sordu. Vaziyetinden bahsedilince üzülerek –üç kez- “Yazık oldu Sa‘lebe’ye!” buyurdu. Bu arada Hz. Peygamber’e (a.s.) zekâtı emreden şu ayet nazil oldu: “Onların mallarından sadaka al ki, bununla onları temizleyesin, arındırasın. Onlar için dua da et; çünkü Senin duan onlar için sükûnettir. Allah her şeyi hakkıyla işitendir, bilendir.” (9.Tevbe 103).
Bunun üzerine Peygamber (sallahu aleyhi ve sellem) Cüheyne ve Benû Selime kabilesinden seçtiği iki zâtı zekât memuru olarak görevlendirdi. Hayvanların nisap miktarlarını belirten bir name verdi. Sa‘lebe ile Benû Süleym’den falanca şahsın zekâtlarını tahsil etmelerini emretti. Onlar da Sa‘lebe’ye varıp zekâtını tahsil etmek istediler. Ancak Sa‘lebe bunun bir cizye ya da haraç olduğunu öne sürdü. Önce diğer insanlardan tahsil etmelerini, dönüşte kendisine uğramalarını söyledi. Onlar da Benû Süleym’deki şahsa vardılar. O şahıs zekât memurlarının geldiğini haber alınca develerinin en seçkinlerini hazırlayarak güzellikle karşıladı. Zekât memurları ona en iyilerini vermesinin gerekmediğini, zira kendilerinin böyle bir niyetlerinin olmadığını söylediler. O da bilakis bu seçtiklerini alıp götürmelerini, zira bunları gönül hoşnutluğuyla Allah’dan hayır murat ederek verdiğini ifade etti. Zekât memurları develeri alıp yola koyuldular. Tekrar Sa‘lebe’ye uğradılar. Sa‘lebe zekât kayıtlarına baktı ve ‘Bu cizyeden başka bir şey değildir. Gidin, beni rahat bırakın!’ diye başından savdı. Onlar da Medine’ye döndüler. Rasûlullah (a.s.) onları görür görmez –henüz onlar bir şey demeden- “Yazık oldu Sa‘lebe’ye!” buyurdu. Benû Süleym’den zekâtını veren şahıs için de hayır (bereket) duasında bulundu. Bir müddet sonra Sa‘lebe hakkında şu ayetler nazil oldu: “Onlardan kimi de Allah’a şöyle kesin söz vermişlerdi: Eğer Allah bize lütfünden verirse biz de mutlaka sadaka (zekât) vereceğiz ve elbette Salihlerden olacağız. Fakat Allah lütfünden onlara (servet) verince cimrilik edip onun hakkını vermediler. Allah’a verdikleri sözden dönmeleri ve yalan söylemeyi âdet edinmeleri sebebiyle Allah da bu işlerinin neticesini kalplerinde kıyamet gününe kadar sürecek bir münafıklık kıldı.” 9.Tevbe 75-77. Bu ayetleri işiten Salebe’’nin bir yakını gidip ona dedi ki: ‘Yazıklar olsun sana ey Sa‘lebe! Sen helak oldun; Allah senin hakkında bu ayetleri indirdi!’ Sa‘lebe ağlayarak Medine’ye geldi ve ‘Yâ Resûlallah, zekâtımı kabul et!’ diye yalvardı. Ama Hz. Peygamber (a.s.) onun zekâtını kabul etmedi. Daha sonra Halife Hz. Ebu Bekir’e bilahare Hz. Ömer’e geldiği halde onlar da kabul etmediler. Nihayet zekâtı kabul edilmemiş olarak Hz. Osman devrinde öldü.
Sadaka ve zekât huzur ve saadetin kaynağıdır; toplum hayatındaki intizam ve asayişi temin eder. Zekât ve sadaka, toplum hayatını zehirleyen haset, kin ve nefret gibi kötü hasletleri ortadan kaldırır. İnsanların yükselmesine engel olan ve o toplumu isyan ve ihtilaf gibi felaketlerden muhafaza eden en tesirli sadaka ve yardımlaşmadır. Bu vesileyle fakirlerden ve yardıma muhtaç olanlardan zenginlere karşı hürmet, itaat ve muhabbet meydana gelir. Böyle insanlar, ihtiyaç sahiplerinin daima duasını alırlar. Allah CC Bizleri zekâtını verenlerden eylesin.”
ANKARA MOBİLYACILAR VE
LAKECİLER ODASI BAŞKANI
Hüseyin TAKLACI
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.