Sabır
Sabır, dalları dikenlerle dolu yaprakları zehirden daha acı, meyvesi ise baldan tatlı bir ağaç gibidir; eğer bizler o sabır ağacını köklerine zarar vermeden gönül bahçelerimize dikip yeşertebilirsek, işte o zaman hem dünya hem de ahiret yurdumuz güllük gülistanlık olur.
Sabır, kelime olarak dayanma, güçlüklere göğüs germe ve karşı koyma direnci gibi anlamlara gelmektedir; ahlaki açıdan baktığımızda ise, başa gelen musibetlerden dolayı, Allahü teala'dan başkasına şikayette bulunmamak, sızlanmamak; nefse ağır gelen ve hoşa gitmeyen durumlar karşısında dünya ve ahiret kazancını düşünerek, ruhsal çöküntü yaşamamak için, insanın kalbinde bulunan sükunet ve dayanma gücü demektir. Bu yüzden insan hayatında sabrın önemi büyüktür. Bunun tam tersi ise sabırsızlıktır ve olumsuz bir davranıştır, insanın pişman olacağı durumlara yol açar; çünkü sabredememek, kişinin sağlıklı düşünme ve mantıklı kararlar verebilme yetisini perdeler ve böylece yanlışa düşmesine sebep olur. İsra suresi 11.ayette de buyrulduğu gibi "İnsan, hayrı istediği kadar (bazen) şerri de ister. İnsan çok acelecidir." (her hatırına geleni sonunu düşünmeden hemen ister veya yapar) böyle bir durumda da, sabırsızlığı sebebi ile hata yapar. Bu nedenle, karşılaştığı olumlu veya olumsuz her olayda yanlış bir karar vermemek icin acele etmemelidir.
Sabrın olmadığı yere isyan hakim olur isyan ise kişinin felaketine sebeptir. Onun için Allahü teala, fıtraten aceleci bir varlık olarak yarattığı kulunu, ona olan sonsuz merhametinden dolayı, isyana düşüp helak olmaması ve imtihan için geldiği bu dünyadan, eli boş avucu boş ve pişman olarak dönmemesi için, Kur'an-ı Kerim'inde mütemadiyen uyarmıştır. İşte o Ayet-i kerimelerin bazılarında Allahü teala şöyle buyurmuştur: "Ey iman edenler, sabırla ve namazla Allah'dan yardım isteyin. Muhakkak Allah'ın yardımı sabredenlerle beraberdir." (Bakara/153) "(Ey mü'minler! İtaat edeni isyan edenden ayırt etmek için) andolsun ki sizi hem biraz korku ve açlıkla hem de mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. (Ey Rasulüm!) Sabredenlere (lütuf ve ihsanımı) müjdele! Öyle ki onlar kendilerine bir bela geldiği zaman ancak: "Biz Allah için (teslim olmuş kullar)ız ve elbette biz, (yine) Ona döneceğiz." derler. "İşte Rablerinin mağfiret ve rahmeti, o (teslimiyette buluna)nların üzerinedir; işte doğru yolu bulan da ancak onlardır." (Bakara/155,156,157)
Peygamber Efendimiz (s.a.v) 'de bir çok hadis-i Şeriflerinde sabrın önemine vurgu yaparak şöyle buyurmuştur: "Sabrın imandaki mevkii, başın vücuttaki yeri gibidir." (Hz. Enes r.a) "Sabır ve ihlas, köleler azad etmekten efdaldir. Allah c.c. sabırlı ve ihlaslı kullarını hesapsız cennete sokar." (Hz. Hakem ibn-i Amir r.a.)
Sabır kelimesi'nin bela, musibet, hastalık gibi olumsuz durumları çağrıştırması nedeni ile sabra sadece böyle zor zamanlarda ihtiyaç olduğu zannedilmekte; halbuki insanoğlunun sabra olan ihtiyacı, hayatının her safhasındadır. Kişi sıkıntılı zamanlarda olduğu kadar sağlık, afiyet, zenginlik, makam, mevki ve sınırsız imkan gibi durumlarda da sabretmesini bilmeli; nefsi'nin azmasına ve kibirlenerek yoldan çıkmasına engel olmalıdır. Bu nedenle sabır, hem maddi hem manevi hayatımızda olmazsa olmazlarımızdandır.
Karşılaştığı ve mahiyetini anlayamadığı olaylar karşısında sabır ipine tutunan kimse her zaman mükafatını almıştır. Erzurumlu İbrahim Hakkı hazretleri Marifetname adlı kitabında sabrın önemini şöyle bir hikaye ile anlatmıştır:
Bir bakırcı ustası, müthiş bir ilim arzusuyla elindeki tencereleri ve eşyayı tamamen dağıtmış ve evindeki hamile karısına, bütün masraflarını karşılayacak bir yekün bırakıp onun iznini ve rızasını da alarak ilim tahsil etmek için bir başka ülkeye yola çıkmış. Yirmi sene boyunca Arabi ve dini ilimler üzerine tahsilini tamamlamış, sonra vatanına dönmek üzere yola çıkmış, yolda erenlerden birine misafir kalmış ve ona durumu anlatmış. O da ona; "ilimlerin ve amellerin aslı nedir?" diye sormuş. Bu soruya cevap veremeyip, yine o kamil zatın cevap vermesini istemiş. O zat da, eğer bize bir müddet hizmet edersen ilmin aslını öğrenip evine dönersin, demiş. Bunun üzerine o alim, o mübarek zatın hizmetini kabul etmiş, onun yanında iki yıl kalmış. Sonra, o yetkin insan o alime şefkat edip şöyle demiş: "Oğlum, gel sana bunun cevabını vereyim de evine, zevcene dön ve ömrün oldukça bize hayırla dua et," demiş "Şunu kesinlikle bil ki, bütün ilim ve amellerin, her marifet ve kemalin aslı sabırdır, bunlar ancak sabırla kazanılır. Tahammül, teenni de sabra dahildir. Eğer her işte sabırlı olursan her türlü pişmanlıktan kurtulur ve iki alemde de her yönden saadete kavuşursun. Bu nefis cevheri sana öğretmek için seni bir müddet alıkoydumsa, bunun kıymetini bilesin ve bunu kulağından çıkarmayıp, bu öğüdü çok iyi muhafaza edesin ve asla unutmayasın diyedir." Bunun üzerine, o alim bu cevheri aldığından dolayı o zata dua edip rızasını almış ve ülkesinin yolunu tutmuş. Nihayet yatsıdan sonra evinin kapısına ulaşmış. O anda, "yirmiiki yıldan beri haber alamadığım evin kapısını vurmadan önce, pencereden şöyle bir bakayım, bunca zaman bu evde kim kalmış" diye düşünerek gizlice evin penceredinden içeriyi gözetlemiş. Bir de ne görsün, kendi karısıyla taptaze bir genç sarılıp oynaşıyorlar. O anda aklı başından gitmiş ve kendinden geçip, pencereden bir okla tam o genci öldürecekken son anda hatırına sabır gelmiş. "İki yıl bekleyip de kazandığım cevheri acele edip kaybetmeyeyim, kapıya gideyim de o herifi öyle öldüreyim," diye düşünmüş. Nihayet kendini tutup kapıyı çalmış. İçerden o genç "Kimsin?) diye sormuş, o da bu evin eski sahibiyim diye cevap vermiş. Hemen karısı sesinden onu tanıyıp sevinçle," Aç oğlum kapıyı aç, sen doğmadan önce gurbete giden pederin geldi," diye bağırmış. Öfkesini yenip sabreden o alim, bu sözden o gencin kendi oğlu olduğunu anlamış. Böylece sabrın kerametini görmüş ve bir pişmanlıktan kurtulmuş. Sevincinden ona sabrı ihsan eden Mevla'ya hamdedip övgüler yükseltmiş.
Gönlünüzdeki sabır ağaçlarının kurumaması dileğiyle.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.