PAPA’NIN ve DİNLERARASI DİYALOĞUN GERÇEK YÜZÜ
Papa’nın Türkiye ziyareti farklı açılardan çok konuşuldu ve konuşulmaya da devam edecek. Fakat asıl konuşulması ve tartışılması gereken Papa’nın “diyalog ve dinlerarası diyalog” yoğunluklu mesajlarıdır. Peki, Papa’nın bu mesajlarının hakikati nedir?
Batı menşeli üç tez tarafından dünyanın abluka altına alındığı bir zamanda yaşıyoruz. Bunlar; “Tarihin Sonu”, “Medeniyetler Çatışması” tezleri ve kısaca farklı din mensuplarının birbirini ortak bir zeminde hoşgörü ile anlamaları, dinlerin yakınlaşarak aralarındaki farkların giderilmesi esasına dayalı “Dinlerarası Diyalog” tezidir.
Aslında dinlerarası diyalog söylemleri ile İslâm coğrafyasında sadece iki modelin var olabileceği algılatılmaya çalışılmıştır. Birincisi; radikal içerik taşıyan ve terörle anılan İslâm anlayışı, diğeri ise doğrudan Batı güdümündeki “ılımlı İslâm” anlayışıdır. Aslında her iki kavramın içini dolduran da bu şekilde dünyaya pazarlayan da Batıdır.
Bir model olarak sunulan “ılımlı İslâm” Hıristiyan merkezli sömürü düzeninin adı olan kapitalizmin İslâm coğrafyasındaki temsilidir. Bu bağlamda “Ilımlı İslâm”, çağdaş sömürgeciliğin İslâm ümmeti aleyhine, İslâm dünyasındaki uyanış hareketlerinin ve bilinçlenmenin önünü kesme amacına yönelik planlarına hizmet eden bir modeldir. Bu modelin uygulama araçlarının başında ise “dinlerarası diyalog” gelmektedir.
Bu noktanın netleşmesi için CIA’nın 88 sayfalık ‘İslâm Raporu’ önemli bir örnektir. Raporda İslâm dünyası 4 başlıkta şöyle kategorize ediliyor: Kökten dinciler, tutucular, laikler ve İslâm dünyasının, globalleşmenin bir parçası olmasından yana olup İslâm’da reform ve modernleşme isteyen Ilımlılar.
Raporda Türkiye'nin Ilımlı İslâm için iyi bir model oluşturduğu tespitinde bulunularak, bu konuda Türkiye'deki iktidarın desteklenmesinin altı çiziliyor ve: "Ilımlı İslâmcıların cesur sivil liderler olmasına çalışılmalı ve demokrasi, insan hakları, kadın hakları konusunda etkili politikalar geliştirmeleri sağlanmalı. İslâm’ın bir üst kimlik olduğundan çok, insanlarının kimliklerinin bir parçası olduğu işlenmeli, sivil toplum örgütleri oluşturarak Ilımlı İslâmcı liderlere yardım edilmesine çalışılmalı..." tespitlerinde bulunuluyor. [www.rand.org/publications/MR/MR1716/MR1716.pdf]
Peki, bu bağlamda masum ifadelerle farklı ırk ve kültürlerden, değişik inanç, kanaat ve siyasi anlayıştan insanların bir araya gelerek kavga etmeden birbiriyle konuşması, birbirlerine hoşgörüyle bakarak, ortak meseleler etrafında konuşup tartışma ve işbirliği yapmaları olarak tanımlanan diyalog nasıl bir zemine oturmaktadır.
Bilinmelidir ki, birbirlerini muhatap kabul eden taraflar arasındaki iletişime diyalog denir. Diyalog söylemi, bu gerçek ışığında, daha en başında anlamını yitirir. Zira bahse konu edilen dinler, yani Musevilik ve Hıristiyanlık, en başta İslâm dini olmak üzere birbirlerini yok sayma esasına dayanır. Bir Yahudi nezdinde Hıristiyanlık ve İslâm diye bir din yoktur. Bir Hıristiyan için de bu böyledir ve onlar açısından Müslümanlar karanlıkta kalmış aydınlanmaya muhtaç ilkel varlıklardır. Bu sebepten ötürü hakikatte Hıristiyanlar açısından ‘diyalog’ söyleminin tutarlı ve anlamlı hiçbir dayanağı yoktur. Örneğin; Vatikan’ın Hıristiyan Olmayanlar Sekreteryası yetkilisi Pietro Rossano’nun şu ifadesi bunun açık bir delili hükmündedir: “Diyalogdan söz ettiğimizde açıktır ki bu faaliyeti, kilise şartları çerçevesinde misyoner ve İncil’i öğreten bir cemaat olarak yapıyoruz. Kilisenin bütün faaliyetleri gibi diyalogda Mesih’in sevgisini ve Mesih’in sözlerini nakletmeye yöneliktir. Bu sebeple diyalog, kilisenin İncil’i yayma amaçlı misyonun bir parçasıdır.”
Zamanında Papa 2. John Paul de yaptığı muhtelif konuşmalarda aynı şeyi söyleyerek bu hain planı tescillemişti: “Dinlerarası diyalog kilisenin bütün insanları kiliseye döndürme amaçlı misyonunun bir parçasıdır.” Buradaki ifadelerden açıkça anlaşılacağı üzere Hıristiyanlar aslında takiye yaparak bir tebliğ faaliyetinde bulunmaktadırlar.
Diyaloğa bu açıdan bakıldığında birtakım kelime oyunlarıyla yapılmaya çalışılan saptırmalar akledenler için ortaya çıkmaktadır. Nitekim her şeyden önce Yahudi-Hıristiyan diyalog tertipçilerinin tamamı birer misyonerdir. Bu bağlamda gerek Yahudilik ve gerekse Hıristiyanlık, takiyyeci, içten pazarlıklı, gizli faaliyetler yürüten dinlerdir. Yani bâtılı türlü şekillerde süsleyerek sunmak ve birçok farklı maskelerle pazarlamak üslubu üzere ilerlemektedirler. Nitekim bunu, Aziz Pavlus açıkça itiraf etmektedir: "Herkesten azadken, daha çok adam kazanayım diye kendimi herkese kul ettim. Yahudileri kazanayım diye Yahudilere Yahudi gibi davrandım. Şeriatı olmayanları kazanayım diye onlara şeriatı olmayan gibi davrandım. Zayıfları kazanayım diye zayıflara zayıf oldum; her surette bazılarını kurtarayım diye herkesle her şey oldum. Ve hepsini İncil için yapıyorum, ta ki onda hissedar olayım." (İncil, Korintoslulara 1. mektup, IX/19-23)
Diyalog fikrinin bizdeki tertipçilerine gelince, evet onlar da aslında birer misyonerdir, fakat dinlerinin değil, ılımlı İslâm, diyalog gibi tezleri ortaya atan Batılı kapitalist devletlerin misyonerleridir. Her halükârda diyaloğun "Müslümanlar" cephesi ya İslâm’ı Protestanlaştırma, seküler bir İslâm oluşturma projesinin doğrudan ajanlarından oluşmakta, ya da bu projelerin pek de farkında ol(a)mayan, olsa da büyük bir aymazlığın içinde bulunan bilinçsizlerden oluşmaktadır. Bu ikinci sınıfta en azından birinci kadar tehlikelidir. Çünkü bu kişiler sayesinde, diyalog çağrısı gerçekten samimi ve hayra hizmet edici zannedilmektedir.
Unutulmamalıdır ki, dünyayı nükleer silahlar, çevre kirliliği, etnik savaşlar gibi büyük tehlikelere sürükleyen, sadece masum Müslümanlara değil toprağa, havaya ve suya dahi tasallut eden bugünkü Batı medeniyeti bir Yahudi-Hıristiyan medeniyetidir. Nitekim küreselleşmede ifadesini bulan kapitalist hayat nizamı ve buna bağlı olarak gelişen, bireyi, toplumu, dünyayı sömürmeye dayalı kapitalist Batı’nın dini; insani, ahlaki değerleri bir hiç mesabesinde görmektedir.
Bütün dinlerin sevgi, merhamet, cana kıymamak gibi ortak ilkelerinin olduğunu ifade edenler unutmasınlar ki; Irak, Suriye, Afganistan, Bosna, Çeçenistan, Filistin başta olmak üzere bütün dünyayı kana bulayanlar kapitalist Hıristiyan-Yahudi medeniyetinin temsilcileridir? Çünkü Müslümanlara yapılan her türlü işkenceyi, saldırıyı, bombalamayı; Müslümanlara yönelik nefreti, düşmanlığı, aşağılamayı, tuzakları meşrulaştırmak dışında hiçbir anlamı olmayan “diyalog” tezinin temelini oluşturan Batı’nın zihni altyapısında “nefes alan tek bir canlı bırakmamacasına halkı kılıçtan geçirmeyi” tavsiye eden eski ahid (Deuteronomy-Tesniye 7:16) vb metinler bulunmaktadır. 1450’lerde İspanya’da Papa’nın liderliğini yaptığı Katoliklerin Müslümanlara eşi benzerine az rastlanır türden yaptıkları zulüm ve katliamlar bunun en bariz örneklerinden sadece biridir.
Bütün bu hakikatler göstermektedir ki, İslâm’ı barbarlıkla eş tutan Yahudi-Hıristiyan zihnin ürünü olan Batı dün olduğu gibi bugün de İslâm’ı vahşeti temsil eden irticai bir din, Müslümanları da barbar bir medeniyetin mensupları olarak görmektedir. Bunun tek anlamı ise kapitalist Batıya meydan okuma gücünü hiçbir zaman yitirmemiş tek ciddi gücün İslâm olduğudur. Bu nedenle onların dillerine doladıkları demokrasi ve insan hakları namına diğer dinlere, ideolojilere saygı düşüncesi yalandan ve aldatmacadan, dinlerarası diyalog da İslâm’ın ve Müslümanların dünya liderliğinin önünü kesmek için öne sürülmüş safsatadan başka bir şey değildir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.