Mavi mi Kırmızı mı? (2)
“Savaşma arzusu tüm bozgun mekanizmalarının merkezinde durur… Daima düşmanın direnme kapasitesi ve arzusunu kırmanın bir yolu aranmalıdır.
Huba Wass de Czege (Amerikan ordusu School of Advanced Military Studies okulunun kurucu müdürü ve hava-kara savaş doktrininin mimarı.)
Önceki yazımızda insanımızın, Batı medeniyeti karşısında benimsedikleri tutuma göre iki kampta kümeleştiğini anlatmış, birinci kamptakilerin yeniden güçlü bir medeniyet kurarak batı medeniyetinin karşısına dikilmenin hayalini kurduklarını, ikinci kamptakilerin ise imkânsız gördükleri bu hayaller peşinde maceraya atılmanın yanlış olduğu düşüncesiyle bunun yerine teslimiyetçi politikalar taraftarı olduklarını söylemiştik.
İlk kamptakilerin yaklaşımının kökleri, bir zamanlarının süper gücü olmanın genlerimizde bıraktığı izlerde bulunabilir belki. Ama ya ikinci kamptakilerin görüşleri? Onların kaynağı ne?
İkinci kamptakilerin “fikirlerinin” köklerini, yıkılan Osmanlı’nın son demlerinde başlayıp cumhuriyet tarihi boyunca devam eden, son derece detaylı ve sinsi bir sosyal mühendislik çalışmasında aramak gerekir. Adım adım güçlenip, kendisini rasyonalitenin üzerine inşa eden modern batı medeniyeti, kendisi için asırlarca en büyük tehdit olarak gördüğü Osmanlı’yı mağlup edip parçalarken, elbette asıl zaferi sadece düşman ordularının perişan edilmesinde, şehirlerinin işgalinde, zenginliklerine el konulmasında, liderlerinin elde edilmesinde görmeyecekti. Düşmanın direnme kapasitesinin yok edilmesi asla kâfi değildi, direnme “arzusunun” da kesinlikle yok edilmesi şarttı.
Üç kıtada bir zamanlar “pax ottomanica” şemsiyesi altında gölgelenen halklara kur(dur)ulan her “devletçikte”, Osmanlı padişahının düşüp parçalanan tacından saçılan her parçanın uydurma bir krala tac olduğu her “Ortadoğu ulus devletinde” aynı temel prensip benimsenmişti: insanların batı medeniyetinde karşı direnme arzusunu ve itirazını ilelebet yok etmek!
Bu ülkelerin en mühimi, en kritiği olan Türkiye’de kölece bir batı hayranlığının, taklitçiliğinin yeni kurulan devletin esas politikası olması tesadüf değildir. Her türlü direnme fikrinin akıllarda, kalplerden kazınıp çıkartılması için benimsenecek motto ise “yurtta sulh cihanda sulh” olacaktır.
Millî kültürümüzü, “muasır medeniyet” seviyesinin üstüne çıkaracağız”.
Kemal Atatürk – Nutuk 1933
Çok derinlere gömülmüş olsa da ölmeyip depreşecek “direnme isteği” tehlikesini bertaraf etmek için bir başka fikrin zihinlere nakşedilmesine çalışılır: Batı medeniyeti çok ileridedir. Biz çok gerideyizdir. A’dan z’ye her işimiz bozuktur. İnsanlık için artık batı medeniyetinden gayrı bir medeniyet alternatifi kalmamıştır. Bütün insanlık için tek ve doğrusal bir gelişme modeli vardır ve tek yol batının geçtiği yollardan geçmektir. Hedefimiz “muasır medeniyet seviyesini yakalayıp üstüne çıkmaktır”. Ama o muasır medeniyet almış başını giderken ve her adımda farkı açarken bu nasıl mümkün olabilir? Tut ki oldu, biz batı medeniyetinin izlerini adım adım takip ederek batı medeniyetini geçsek medeniyetimiz zaten batı medeniyetinin bizzat kendisi olmayacak mıdır? O halde batı medeniyetiyle çatışmanın, batı medeniyetine karşı direnmenin mânâsı nedir?
İşte doksan senelik sosyal mühendislik çabalarının mahsulü bahsettiğimiz ikinci kamptır.
Birinci kamp ise bir “anomali” yahut üretim hatasıdır. Tüm çabalara rağmen o irrasyonel direnme fikrini dimağlarının bir köşesinde saklamış, ilk fırsatta da ortaya koymaktan çekinmemiş “kalın kafalı” insanların kampıdır.
Bugün iki kamp kıyasıya çatışmaktadır. Bu konuyu üçüncü bir yazıyla bağlamaya çalışacağız.
Twitter: @salihcenap
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.