Furkan Göktürk Yılmaz

Furkan Göktürk Yılmaz

İsmet Özel geliyor aklıma

İsmet Özel geliyor aklıma

Avrupa Birliği’nin, Gazze’de yaşanan drama sessiz kalmaktaki ısrarını görünce insan, şu soruyu sormadan edemiyor kendine; ne için çabalıyoruz? Türk Hariciyesi yarım asır boyunca bu kadar emeği ne diye verdi?

TÜSİAD geçtiğimiz yıllarda yayınladığı bir bildiride Avrupa Birliği’ni şöyle anlatmış:

“60 yıl önce yola çıkan Avrupa Birliği (AB) bugün yarım milyarı aşan nüfusu, yirmi sekiz üye ülkesi ve küresel ekonomik ve teknolojik gücü ile tarihin en önemli siyasal proje başarısıdır.

Türkiye’nin milli menfaatleri açısından AB süreci köklü demokratik reformlar, özgürlükçü ve yaratıcı bir toplumsal ortam ve de teknik mevzuat uyumları yönünde tarihsel bir fırsattır”

Özüne inelim. Türkiye’deki iş insanları şunu diyor; AB iktisadi bakımdan iyi bir havuz. Dahil olunması, ekonomik cetvelde ülkemize olumlu etki yapar.

Bu önermeye memlekette yok diyecek azdır herhalde.

2023 verilerine göre en çok ihracat yaptığımız devletler sırasıyla Almanya, ABD, İtalya, Birleşik Krallık, Fransa ve Rusya.

Asıl işi para olanların Avrupa Birliği’ne verdiği değer makul. Reasonable derler İngilizler. Evet gayet reasonable.

Sosyal bilimciler ile bürokratlarda ise bir bölünmüşlük var. Avrupa Birliği’nin tarafında toplananlar yine çok daha fazla. Ancak birliğin karşısında yer alan kesim, ekonomideki gibi istisna konumunda değil. Sayıları kayda değer olarak nitelenebilecek düzeyde. Başlıkta ismi geçen şair de bu azınlığın mensubu.

***

2005 yılına gidelim. AK Parti hükümetinin global çapta parladığı yıllar. Kapatma davası, Suriye’deki iç savaş, Gezi Parkı, çözüm süreci, darbe girişimi vesaire yok. Hükümet sürekli olarak çıkış halinde. ABD ve Avrupa ile iyi ilişkiler geliştirilmiş. Batı’ya verilen sinyaller beklenmedik ölçüde iyi.

Öyle ki muhalifler şaşkın. Milli Görüş gömleğinin öyle kolay çıkarılamayacağı düşüncesi ile debeleniyorlar.

Ama iş başka.

Mesela, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne tam üyelik müzakereleri 3 Ekim 2005’te başlamıştır. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın yoğun girişimleriyle.

Ekonomik görünüm deseniz Cumhuriyet tarihinde ender görülen bir büyüme ile karşılaşıyoruz.

Geçmişimizde nicel anlamda üç büyük ekonomik atılım var. 1923-29 dönemi, 1950-60 dönemi ve AK Parti hükümetinin ilk yılları. Yıllık bazda yüzde 10 büyüme oranlarına yaklaşılan yegane dönemler bunlar. Üçüncüye odaklanalım.

Türkiye'nin Gayri Safi Yurt İçi Hasılası 2001 ekonomik krizinin ardından tabir-i caizse uçtu.

2002, 2003 ve 2004 yıllarında ekonomi sırasıyla yüzde 7.9, yüzde 5.8 ve yüzde 8.9 büyüdü.

Şimdi verilerle aktarınca gereken vurgu noksan kalabilir. Mukayese ederek destekleyelim.

O dönemde dünyanın en hızlı büyüyen ekonomisi olan Çin, 2002 yılını yüzde 8 büyüme ile geçti. 2004 yılında dünya ekonomisi, son üç yılın en büyük ortalamasıyla yüzde 5,1 büyürken, Çin yüzde 9,5 büyüdü.

Velhasıl Türkiye, yakın bir tarihte ABD’nin karşısına ‘süper güç’ olarak dikilecek Çin ile aşık atacak kadar yüksekten uçuyordu.

* * *

Burada balon eleştirileri gelebilir. Mahfi Eğilmez Hoca sert eleştirir mesela. Yazdığı makalelerde ülkelerin tabii diye nitelenen büyüme kapasiteleri olduğundan bahseder.

Eğer kapasitenin üzerinde büyümeye başlarsanız, sonraki dönemde kapasitenin altına inmek zorunda kalırsınız diye anlatır. O yıllarda ülkeye giren sıcak paranın iyi değerlendirilemediğinin altını çizer. Bu başka bir yazıya konu olabilecek kadar kapsamlı bir mevzu.

Biz o zamanlardaki ekonomik görünümümüz hakkında bilgi verip, asıl anlatmak istediğimiz konuya ilerleyelim.

***

Ülke iyi gidiyor dedik, muhafazakar demokrat hükümet Batı ile ilişkileri iyi götürüyor diye yazdık.

Takvimleri 1 sene daha ileri saralım. 2006, aylardan nisan. İzmir’de on birinci kitap fuarı düzenleniyor. İsmet Özel de orada.

Öyle sanıyorum kitapları imzaladıktan sonra bir konuşma yapıyor okuyucularına. Hitabın sonunda memleket meselelerini kendine dert edinmiş bir adam beliriyor. Bende okumuş yazmış camiaya ait bir insan izlenimi yaratan bu fani, iyice sokuluyor Özel’e.

Şöyle soruyor: “İsmet Bey, Avrupa Birliği’ne çok kötü dediniz. Hükümetimiz Avrupa Birliği’ne girmek için büyük uğraş veriyor. Siz karşı mısınız?

Üst perdeden sert bir cevap alıyor: “Karşıyım, karşı hafif gelir. Karşı olmak diye bir şey yok. Ben düşmanıyım Avrupa Birliği’nin”

Yaşı yetenler (benimki yetmiyor) iyi bilir. İsmet Özel, o dönemdeki çıkışlarına karşılık, hem sol kesimden hem de yeni ‘boşandığı’ sağ kesimden ağır eleştiriler alırdı.

Sol malum, şairin kendilerini terk etmesini hiçbir zaman sindiremedi. Bunu anlayamadı, kabullenemedi. Örneği de azdır hakikaten. Ateşli bir komünist olan, daha 30’larına varmadan Nazım ile karşılaştırılan genç düşünür, yaşadığı değişimin sonunda Amentü’yü yazacak bir yere varmıştı.

Şair o süreci 1972’de (Çözülmüş Bir Sırrın Üzüntüsü) şöyle anlatır;

“Denedim. Soğuk sular dökünüp fırladım sokaklara

sorular sordum nice kara sıfatları üstüme alaraktan

ipte boynum, ağzım şehvet yalaklarında

çapraştım, and içip ayna kırdım

doğadan bir vahiy bekledimse boşuna

baktım akşam herkesin kabul ettiği kadar akşamdı

hiç bir meşru yanı kalmamıştı hayatımın”

ve o şiirden iki yıl sonra yazdığı Amentü’yü şöyle bitirir;

“Hayat

dört şeyle kaimdir, derdi babam

su ve ateş ve toprak.

Ve rüzgâr.

ona kendimi sonradan ben ekledim

pişirilmiş çamurun zifiri korkusunu

ham yüreğin pütürlerini geçtim

gövdemi alemlere zerkederek

varoldum kayrasıyla Varedenin

eşref-i mahlûkat

nedir bildim”

***

İsmet Özel ile kitap fuarındaki okumuş vatandaşa dönünce…

İkilinin arasında geçen diyalog şimdilerde sosyal medyada büyük reyting alıyor. 400 bini devirmişti son gördüğümde.

Ne diyor orada şair? “Avrupa Birliği’nin düşmanıyım”

Aldığı yanıt benzer ağırlıkta.

“Evrenselliğe karşısınız yani. Siz Türkiye’nin kaderini Orta Çağ’a döndürmek istiyorsunuz”

Hemen her kesimin fikir birliğine vardığı siyasi ortamda, Avrupa Birliği’ne karşı çıkmak kabul edilemeyecek bir gericilik olarak tanımlanıyor.

***

Dijital çağda zihnime girmiş onca çerezden sonra uyuşmuş zannederdim kendimi. Öyleydi de. Tepki vermeyi bırakmıştım. Normal geliyordu. Ekrandan izlediğim şeyler kalbime varamıyordu.

Ancak;

el-Ehli Baptist Hastanesi’nde öldürülen yüzlerce sabiyi düşünmeyi bırakamıyorum. Üzerinden belli bir zaman geçti. Savaş devam ediyor, şehirde insanlar öldürülmeye devam ediyor. Onlar için aynı yukarıda bahsettiğim gibi, uyuşmuş beynim faciayı anlamayı reddediyor.

Ama hastanede üzerlerine roket atılarak öldürülen çocukları düşünmeyi bırakamıyorum.

İsmet Özel geliyor aklıma.

Sivil katliamlar devam ederken Netenyahu’yu ziyaret eden Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen sonra.

Diplomaside dostluk yoktur, menfaatler vardır derler. Tamam, menfaatleri korusun devletler.

Ama çocuklar…

İdeolojileri uğruna milyonlarca Yahudi'nin soyunu kıran Nazi Almanyası geliyor aklıma

ve kendisini Nazizm’in karşısında konumlandıran AB’nin Alman Başkanı von der Leyen sonra.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum
SON YAZILAR