Yusuf Sağlam

Yusuf Sağlam

İnsanın Sevgi İmtihanı

İnsanın Sevgi İmtihanı

Allah-u Zülcelal insanı sevmek, sadakatle bağlanmak istidadıyla yaratmıştır. Her insan dünyaya geldiği günden itibaren çeşitli sevgi ve bağlanma tecrübeleri yaşayarak gelişir. Anasını babasını sever, eşini, çocuğunu, dostunu sever, arabasını evini sever fakat bu sevgi dairelerinden geçerken insan hep imtihan olur. Allah-u Zülcelal; “Mallarınız ve çocuklarınız ancak birer fitnedir; Allah katında ise büyük bir mükâfat vardır.” (Tegâbun; 15) buyurarak, büyük bir sevgi duyarak gönül bağladığımız şeylerin şiddetli bir imtihan olduğunu haber veriyor.

Allah-u Zülcelâl kullarının kalbine çeşitli sevgilere karşı meyil vermiştir fakat bu sevgileri Allah sevgisi için feda etmesini de istemiştir. Allah-u Zülcelâl, kullarının kalbinin tam bir ihlâsa ermesi, saflaşması ve karışıklıktan kurtulması için onları çeşitli duygularını feda etmekle imtihan etmektedir. Mesela; Sahabe-i Kiram, Allah yolunda hicret ve cihad için mallarını ve ailelerini terk etmekle mükellef tutuldular. Hatta bunu yapmayanlar fasık sayıldılar ve şiddetle tehdit edildiler; “Onlara de ki; eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, kadınlarınız, akrabalarınız, kabileniz, elde ettiğiniz mallar, kesada uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız evler ve meskenler, size Allah ve Resulünden ve Allah yolunda cihaddan daha sevimli ise, artık Allah’ın emri gelinceye kadar bekleyin. Allah böyle fasıklar topluluğuna hidayet nasip etmez.” (Tevbe; 24)

Kişinin gönül bağladığı şeylerle yaşadığı imtihanlar ateş üstünde arınmak gibi insanı arındırır ve bunun sonucunda kalbindeki sevgi de saflaşır. Zaten Cenab-ı Hakk’ın kullarını yeryüzü gurbetine indirip, çeşitli belalar ile imtihan etmesinin bir hikmeti de budur. Allah-u Zülcelal istiyor ki kulları, Rabbini arasın, istesin, muhabbetle şevk ve iştiyak duysun…

Rabbimiz bizi her an görüyor olsa da biz O’na karşı perdeliyiz ve ona hasret duyuyoruz. Ama öte yandan O’nu bize tanıttıran ve bizi O’na ulaştırabilecek olan çeşitli hidayet ve yakınlaşma vesileleri de ihsan edilmiş ve o vesilelere sarılmamız emredilmiştir: “Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve O’na yaklaşmak için vesile arayın.” (Maide; 35)
Allah’a yaklaştıran bütün vesilelerin bütün ortak noktası ise, Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi veselleme uymaktır: “De ki: Eğer Allah’a muhabbetiniz varsa hemen bana uyun ki, Allah da sizleri sevsin ve suçlarınızı affetmekle örtsün. Allah Gafûr’dur, Rahîm’dir.” (Âl-i İmrân, 31)

Allah’ın kitabı, bizi Allah’a yaklaştıran bir vesiledir. Okumak, uzun uzun okuyarak namaz kılmak ve içindeki hükümleri uygulamak. Hepsinin talim ve tatbiki Peygamberimize uymakla gerçekleşir. Peygamber efendimize uydukça kalbimizdeki karmakarışık bir sürü meyil ve eğilim düzene girer, kendine ait olan yeri bulur.

Allah’ın bütün emirleri bizi sevgi imtihanından geçirir. Namaz ve oruçta, nefsimizin sevdiği şeylere karşı olan duygularımızı feda etmeden Allah’ı razı edemeyiz. Mali ibadetleri yerine getirirken sadece mala karşı duyduğumuz sevgiden değil, kendileri için mal mülk biriktirme sevdasına düştüğümüz evlatlarımıza karşı duyduğumuz sevgiden de fedakârlık ederiz. Peygamber efendimiz torunlarını öpüp severken, “Siz çocuklar, anne babalarınızı (infakta) cimriliğe, (cihatta) korkaklığa, (ilim öğrenmekten geri kalıp) cahilliğe sürüklersiniz,” (Tirmizî, “Birr”, 11; İbn Mâce, “Edeb”, 3) buyuruyordu.

Kısacası, sevgilerimiz Allah’a giden yolda engellerimizdir. Bu sebeple tasavvufta kalpten masivayı, yani Allah’tan başka her şeyi çıkarmak önemli bir gayedir.

Kâinata baktığımızda akıl almaz bir büyüklükle karşılaşıyoruz. Sayısı belirsiz galakside trilyonlarca yıldız, gezegen… Bu kadar büyük bir kâinatta bütün insanlar, küçük bir gezegene, dünyaya doldurulmuş.

Allah-u Teâlâ, her şeye kadir olduğuna göre dileseydi her bir insanı Hz. Âdem aleyhisselam gibi yetişkin halinde topraktan yaratır, her bir gezegeni de dünya gibi hayata elverişli kılıp, bütün insanları onlara tek başına yaşayabilecekleri şekilde yerleştirebilirdi. Sonra her bir insana kâinatın ömrü kadar ömür verip, “Başka hiçbir şeyle meşgul olma, yalnız bana kulluk et” diye emredebilirdi. Hepimizi bir dünyada yaratması, birbiri ardınca nesiller olarak getirmesi, aramıza türlü türlü bağlar koyması hep onun iradesinin neticesi.

Allah Teâlâ bir ayet-i kerimede insanı çeşitli türden akrabalık ilişkileri içinde yaratmasına dikkat çekerek şöyle buyurur, “Sudan bir insan yaratıp ona bir soy ve hısımlık bağları yapan O’dur. Rabbinin her şeye gücü yeter.”(Furkan; 54)

Demek ki Allah-u Zülcelal, bizi birbirimizden ve birbirimize karşı sevgi ve şefkat duyar şekilde yaratmayı seçmiş, aramıza çeşitli duygular koymuş. Hem bizi aramızdaki bağları koparmayı, bencilleşmeyi de yasaklamış, sıla-ı rahmi emretmiştir: “Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan ve ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üretip yayan Rabbinizden sakının. Adını kullanarak birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah’tan ve akrabalık haklarına riayetsizlikten de sakının. Şüphesiz Allah sizin üzerinizde gözetleyicidir.”(Nisa; 1)

Dikkat edersek Allah-u Zülcelâl insanlarla ilişkilerimizde görevlerimizi yerine getirmeyi ve şefkatle muamele etmeyi emrediyor. Öte yandan Allahu Zülcelal’in sevgisinden başka sevgilere takılıp kalmak, bunları asıl gaye haline getirmek de insanda eksen kaymasına sebep oluyor. Bu sebeple Allah’ın herhangi bir emri ile bir sevdiğimize karşı olan duygularımız arasında kaldığımız zaman Allah’ın emrinin hemen ağır basması, diğer duyguyu hakkı olan sınıra doğru itmesi gerekiyor.

Eğer insan kalbinin asıl eksenini Allah sevgisine göre ayarlayıp, diğer bütün sevgileri ise “Allah için” ve “Allah’ın rızasına uygun olacak şekilde” uygun birer yörüngeye oturtursa, işte ancak o zaman semadaki o mükemmel ahengi iç âleminde de kurabiliyor. O zaman her bir sevgi, kendi ağırlığına uygun bir yörüngede akıp gidiyor ve hiçbir sevgi diğeriyle çarpışmadan insanın iç dünyasını zenginleştiriyor.

Elbette bu ahengi kurabilmek için önce kalbi Muhabbetullah’a ayarlı bir eksene oturtmak gerekiyor. Bunun da bir usulü var elbette.

Sevgiler birbirinden ne kadar farklı olsa da hepimiz biliyoruz ki bütün sevgilerin bir ortak yönü var; “Sevgi, beraberlik istiyor.” Bir kişiyi çok sevdiğinizi söyleseniz ama hiç arayıp sormasanız, hiç ziyaret etmeseniz, “Bu nasıl sevgi yahu?” demez mi? Demek ki kuru kuruya bir sevgi iddiasını herhangi fani bir insan bile kabul etmiyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
SON YAZILAR