Ankara’nın bağları
Yaz sıcaklarının iyice bastırması ile beraber herkes çoluk çocuk nefes almak için ailece kendilerini parklara ve piknik alanlarına atıyor. Malum denizimiz yok ama son yıllarda ailecek gidip vakit geçirebildiğimiz çok güzel, temiz ve nezih geniş parklarımız ve piknik alanlarımız var. Her fırsat bulduğumuzda belediyelerin bu tesislerine gidiyor ve bu boğucu sıcaklarda bir nebze olsun ferahlıyoruz.
Çoluk çocuğumuzla, dostlarımızla, hatta şehir dışından gelmiş misafirlerimizle gittiğimiz bu gezintilerde kimi aileler mangalını yapıyor, kimisi yanına semaverini, termosuna koyduğu çayını alarak bu mekânlarda yeşilin ve doğanın tadını çıkarmaya çalışıyor. Yenilen güzel yemeklerin ardından iyice demlenmiş çaylar eşliğinde koyu sohbetlerin edilme vakti geldiğinde ağaçların, kamelyaların altından Orhan Gencebay’ın, Müslüm Gürses’in, Tarkan’ın, günümüz popüler şarkıcıların sesleri yavaş yavaş duyulmaya başlıyor. Herkesin kendi duyabileceği seste çalınan bu şarkılar güzel bir piknik havasını gölgelese de başkalarını rahatsız etmediği sürece hoş görebiliyorsunuz.
Ancak son yıllarda Ankara oyun havaları adı altında özellikle yaz aylarında her mahalle düğününde ve bu şekilde kamuya açık yerlerde zorla etraftaki insanlara da dinlettirilen bel altı türküleri duyunca insan kaskatı oluyor. Duyduğunuz sözlerle eliniz, ayağınız kesiliyor. Baba, karısı ve kızı müstehcen sözlerin olduğu bu türküleri dinleyip düğünlerde karşılıklı göbek atıyorlar veya parklarda, piknik alanlarında karşılıklı oturup dinliyorlar.
Sözlerini duyduğunuzda aklınıza bir pavyon ortamının geldiği bu adına türkü diyemeyeceğim şarkıların Ankara oyun havaları şeklinde lanse edilerek, Ankara kültürünün bir parçasıymış gibi sunulması ne kadar doğru? Büyük bir kültürün mirasçısı, Türkiye Cumhuriyeti’nin başkenti Ankara denildiğinde, aklımıza bu pavyon şarkıları mı gelmelidir?
Elbette ki eğlence amaçlı gazinolarda, pavyonlarda söylenen türkülerle bin yıllık geleneğimizden gelen bozkırın neşesi türkülerimizi bir tutamayız. Yıllardır Anadolu’da köylerde, kasabalarda söylenen türkülerimizin orijinallerine baktığımızda edep sınırlarını aşan sözlere rastlayamayız. Zaten halk edebiyatında, halkın değerleriyle bağdaşmayan eserlere yer yoktur.
Gerçek Ankara türkülerinin sözleri veya müzikleri ile oynayarak, Ankara türkülerini yozlaştıran bu müziklerin en başta özellikle Ankaralılara hakaret olduğunu düşünüyorum. Zaten pavyon şarkıları olarak ünlenen bu şarkılar Ankara kültürüne, Ankara türkülerine vurulan ağır bir darbedir, Ankara kültürünün yozlaştırılmasıdır.
Hepimizin oyun havası olarak bildiği Ankara’nın bağları türküsünün aslında ‘İp attım ucu kaldı’ diye harika bir Ankara türküsü, hatta ağıt olduğunu kaç kişi biliyor? Ya her düğünde çaldığını duyduğumuz Misket ve Hüdayda’nın bir ağıt olduğunu ve orijinalinde kadınların asla oynamadığını kaç Ankaralı biliyor?
Malum öyle bir çağda yaşıyoruz ki, iyi olan kötüyü kovar diyemiyoruz. ‘İp attım ucu kaldı’ gibi harika bir Ankara türküsünü bir pavyon şarkısına çevirerek, sarhoşlara göbek attıran bir pavyon şarkısına dönüştürenlerden, bu türkülere kötü davrananlardan, kötüye kullananlardan, bu şekilde çirkin icra edenlerden hesap soracak bir mercii ne yazık ki yok. Burada sorumluluk hepimizin, en başta da Ankaralıların. Ankaralı olanlar gerçek kültürüne sahip çıkmalı, bu yozlaşmaya bir dur demelidir.
Elbette ki yetkililer de bir an önce bu işe bir el atmalı, sivil toplum örgütleri ve Kültür Bakanlığı, gerçek Ankara türkülerinin korunması için bir çalışma yapmalıdır. Her şeyden önce Ankaralılar adlarının bu pavyon şarkıları ile anılmasına karşı çıkmalı, kendi öz türkülerini katlederek türkülerini sarhoş masalarına meze yapanlardan hesap sormalıdır. Yoksa Ankara kültürü diye pavyon kültürü Türkiye’ye ve dünyaya tanıtılmaya ne yazık ki devam edecek.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.