Yar Yüzüne Yazılmış Mektuplar
Tanıkları tehdit edilen bir papatyaya tutunmaktı bütün hevesim. Uçuruma sevdalanan dallarımı kopardın sen. Sana bakarken; uçmadan önceki son bakışı gibi bir kuşun, heyelana kapılırdı ellerim. Sokulurdum kalbine, insanı özenle emziren hüzün hiçbir yalnızlığa sığmazken.
Her mevsim, bahar tazelenirdi senin soluğunla, her şey eskirken sen yeniden yenilenirdin. Sen kıpırdadıkça içimde, baştan ayağa aşka kesilirdim. Sırf bu yüzden; “Bir gün olur perdeyi yâr kaldırır” dizesini boynumda hamaylı diye taşımak için Alvarlı’dan emanet almıştım.
Tanıdığım eylül bu eylül değildi. Saydım, tam on bir kez intihara istida yazdı art arda her sonbaharda. Anladım ki adil bir infazın adıydı adın. Issız bir ırmağın kıyısında kendi sesime kulak kesildim. Toydum, doru bir taydım, kemendinle tutundum tülden tenhalığına.
Gittin ve veda ederken bir harfe feda ettin vefayı. Oyun bitti, perde indi. Kırıldı gülün dalı. Madem süvariyi vurdun, atından ne istedin? Cemal Süreya’dan önce dünyaya gelmiş olsaydım, sana; “Daha nen olayım isterdin / Onursuzunum senin!” demek isterdim.
Bir bir eksildi baharlar, çekildi ırmakların suyu. Kirlendi yeryüzü; eprimiş kelimeler, ödünç ömürler gibi. Her kış mevsiminde kar, yağmak için beyaz bir yüz aradı, yağmursa iyilik ören elleri. Metruk köprülerinden geçtim yeryüzünün, eskimiş heybemde yar yüzü mektupları.
Gülüşünle asude bir göle dönüşürdü damarda pıhtılaşan kan. Saçlarının buklesinde saklı yuvasından uçmaya hazırlanırdı serçe kuşları, sen gülünce. “Ellerimin annesi ölüyor sen gidince” dizesini Yalsızuçanlar’dan ödünç alıp sana onunla seslenmek isterdim.
İçimde kıvrılan kırlangıç derin uykularla sınavdaydı; uçurumda hüdayi nabit gül, kıyıda açan çiçek, ıssızlıkta kırılan ses, kalbinde soluklanan turna çıkmadan göç yollarıma. Bir adın da dünyaydı senin ve sınandım dünya denen adınla.
Erguvan rengine kandım, ıhlamur kokuna, yüzündeki denize, mavilerine, lepiska saçlarına. Kelimelerim kifayet etmeyince İsmet Özel’in acının mürekkebine batırılmış kalemiyle yazıyorum yine sana; “Sor gücün sormaya yetiyorsa var mıymış / Gönlümü bin parçaya böldüğünün bir sebebi”…
Ay doğardı avuçlarıma geceleri, ellerin öperdi yorgun saçlarımı. Sen büyüleyen endamınla göğsümün tüneğine konunca, bir narın içinde saklanmış kalbine yürürdüm mavi sırmalı göğünün izleğinde. Gün güle dururdu, ekin gölgeye, vakit gecikmiş bir ikindiye.
Can hecesi usulca düşünce ak bir gülün gerdanından, yüzümde kırıldı kristal bir ayna gibi. Ten kaygılı, damar sıcak, kan revan. İncitilmiş sözcükler, yüzümün çeperlerine çarpa çarpa geçerdi dikeninle kanattığın gecede, ateş böceklerinden önce.
Irmağının suyundan bir avuçtan fazlası yasaklanmıştı bana. Sözün diyetini bozdum, dayanmaya takatim kalmadı bir lahza daha. Şimdi gökten yağmur yerine sabır yağmasını, ayaklarımın altındaki hasırın kaymamasını diliyorum, yalnız lisanıma münhasır bir pişmanlıkla.
Dön devrimi, dün devrimi derken, nihayet ihanet devrimi değdi diline, sessiz ve derinden. Adına dünya dedim. Kalem devrildi kelâmın derdinden bu ağrısı dinmeyen devriâlemde. Bağrını delen deli bir rüzgâr değme bulutları sürüp geçti üzerimizden.
Yarandı merhemi yaramın. Ne yarama merhem oldun ne yarana yarandın. Heykelini kendi ellerinle diktin tunçtan inadının. Kopardın henüz çağlayken meyvelerini umut fidanlığının. Sustum ve sonra, “Umut’un içinde mut varsa / Umutsuzluğun da içinde umut” diyebildim, o kıvrak diliyle dünyaya kırgın Süreya’nın.
Ben sokaklardan süpürdüğüm kelimeleri bir de senin çiçeklerden söküp attığın şiirleri biriktirip getirdim sana, çırpındım muteber bir şiir yerine geçsin diye ama beceremedim. Sonra Mevlana’dan emanet bir dil aldım kendime bir veda vakti güzelliğinde ve onunla sesleniyorum sana;
“Duamdaki gözyaşım kadar edepliydi. İçime düşen aşkın... Ey benim beşeri aldanışım, ben seni kalbime koyana sevdalıyım”…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.