Yâr yarası
‘Ben sana kıyamam ki’ den daha kıymetli ne gelebilir ki sevgilinin kalbine? Böyle demiştin de kalbim kuşlar gibi apansız kanatlanmıştı. Öyle kıydın ki sevgili, çöp emekçileri bile dönüp bakmadı kalıntılarıma, kıymık kıymık kalbimi kaldırımlardan toplamak yine bana kaldı. Seven kalbin üstüne basmak günahtır dedi bir derviş, sonra kaçar sevginin bereketi. Süpürüp kalp kırıntılarımı usulca bir nar ağacının altına bıraktı.
Radyoda ‘eski yâr’ diye bir türkü çalıyordu. Ben sana hiç ‘eski’ diyemedim ey Yâr! Çünkü yâr ile eski hiç yan yana gelemezdi. ‘Yan’ ile ‘yana’ nın gelemediği gibi. Bilirdim ki yâr eski olmaz olsa yâr olmaz. Üstelik hiç kimseye yâr olmaz. Kanamayan hangi yaradır, kabuğu kalkmadan hangi yara iyileşir? Kanayan yara gibi değilse yâr, o yardan başka kime yaranabilir insan?
Yardan atlatmayan hangi yaradır ki zülfü yâre dokunan? Yâr dediğin yara yara yürüyorsa aklının caddelerinden, marşlar söyleyerek geçiyorsa kalbinin içinden, yırtıyorsa ar damarını aşkın, artık yârin değil yarandır o senin. Yarım kalır yâre tutunamayan ömür, yolda kalır, fırtınaya yakalanır yarasını saramayan her habersiz firar.
Yârin turnalarla gönderdiği bir selamdır bazen yolu yarılayan, uçuruma tutunan yaralı bir maralın yardımına koşan. Yâr değil midir ki ağyarı unutturan? Narin ipliklerden örülü şal gibi ruhunu saran, harı nardan daha derin yaralar bırakan.
Gül yarası vuruyor hemzemin geçitleri. Tutunacak bir gül kalmadı artık uçurumların kıyısında, ellerini kanatmayı göze alsan da. Bir velinin eteğine tutunmaktan başka bütün çareler tükendi.
“Şöyle muhkem tutayım bir dahi dildâr eteğin
Ya elim kat’ edeler ya keseler yâr eteğin”
dediği gibi Necati Bey’in, sımsıkı tutunmalı yârin eteğine, yardan
olmaktansa elden olmayı yeğ tutma sınavını denemeli. Ya yardan ya serden geçme seçimine kıyasla en ağrılı yerinden sınamalı kendini.
Tükenen umut değil bütün denizlerin suları çekiliyor gözlerinden. Öyle ya, yâr ağyar kabul etmezdi. Artık hangi yöne dönsen deniz, hangi yana baksan mavi, gözlerinde saklı gökyüzü sanki. Ah! Ne günlere kaldık! “Yâr deyince kalem elden” düşmüyor şimdi.
Rüzgârda kaldırıma tutunamayan bir yaprak, bir kere dalından koparılmaya gör diyordu hayıflanarak. Bir tabut gibi sımsıkı kapalı kapılar, adımların sayısınca aralanırken ırmak. Tanığındır artık topuklarının altından hızla kayarken, ‘aslına dön’ çağrısını yenileyen toprak.
‘Düştümse eğer sana bakarken düştüm’ diyen zarif bir şair kadar cesur değilim. ‘Üşüyen ellerimden tutmalıydı birisi’ diyen Fazıl Hüsnü gibi itiraftan yana cömert olmayı denemeye cesaret edemedim. ‘Rüzgâr istiyorum ben ruhumun güllerine’ demeyi de artık çok görüyorum kendime.
Kelimeler gibi hayatı olmalı insanın. Söz dizimi kadar titiz, anlamının yüze çarptığı kadar çıplak. Doğumu gözetince alfabetik, sırayı gözetince naif, ölümü gözetince dakik olmalı hayatı, hayatla sınanan canın.
Diyardan diyara sürmüyorsa seni yaran; vaktin seherinde gül yanığı, adına yemin edilen ikindide can ağrısı, karanlık bastırınca yâr yarası vurur kanadını en zayıf tarafından. Yorulur yola revan olan, yorulur elbet ergenlik rüyaların, sürgün veren yaraların gibi sürgünler dayanır kapılarına.
Başucuna asılı başucu kitabını açtığında; aşkın hû hali, bir meltem gibi çarpıyor yüzüne, latif bir deniz dalgası gibi yalayıp geçiyor bedenini; “Dikkat edin! Kalpler ancak O’nu anmakla huzur bulur.” (13/28)
Tufanda batmayı göze alamayan hangi gemidir okyanusa açılan? Hangi yangına yağmur oldu gözlerin, kaç yangın bıraktın ardında? Kar yağar kaygısına düşüp, yârin ördüğü hırkaya bürünmekten sakındın. O’nun sığdığı kalbe, bin aşk şiddetinde kırılmış bir aşkı sığdıramadın.
“İnsan sevdiğine sunduğunu sayar mı?” denince çekilmekten aşınan tespihinin ipini koparır bir derviş, dağılsın tespih taneleri diye. Yolumuz ‘sayı’ yolu değil ‘nefes’ yoludur artık Yâr isminin virdiyle.
Gökten inen bir haber süzülüyor kalbinin kuytu köşelerine; “Odur güldüren ve ağlatan.” (53/43) Madem yardır ağlatan, madem yardır güldüren, hangi gamdır ki kalır senden geriye? Madem ‘Yâr’ vardır, neyin telaşıdır benliğini çepeçevre kuşatan?
Kimedir artık yakarman? Unutma! ‘Ben’le başlar her yazı, ‘Sen’le sürer, ‘O’nla biter ve kâinatta bir alın hacmi yer tutar her kader kadar.
Hüseyin ÇOLAK
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.