Yan yana ama yalnız
“Aynı şehirde iki insan yaşıyordu. Yanyana idiler. Yanyana ve birbirinden habersiz, kader kahkahalarla gülüyordu. Kahkahalarını mutlaka duymuşsundur. Ama kulaklarım sağırdılar.” (Cemil Meriç)
Yaşadığımız çağın en büyük problemi yalnızlık. Artık şehirlerde iki insan değil, insanlar birbirinden habersiz. Dip dibe hayatlarda insanlar birbirinden habersiz yaşıyor. Biri lüks bir sitede daha iyi yaşam şartlarına kavuşmak ve kavuştuğu şartları terk etmemek için gece gündüz çalışıyor, biri yaşamak için savaşıyor.
Hani bazen bir adres ararken kaybolursunuz şehrin sokaklarında, dolambaçlı, dik yokuşların sonunda birden karşınıza bir manzara çıkar. Bir şehrin ortasında şehrin en lüks semtlerinin birinde böylesi bir yer nasıl mümkün olabilir diye sorarsınız kendi kendinize? Gariptir ama gerçektir bir o kadar da… Yıllardır oradadırlar… Herkesin gözü önünde… Kırık dökük evler, tentene ile örtülmüş çatılar, tavuklar, kediler ve çocuklar… Bir anda kendinizi garip bir çelişki içinde bulursunuz. Böyle bir manzarayla bir köyde karşılaşsanız belki size sevimli gelecek ama ‘Yok köyde böyle bir sefalet görmedim’ diye düşünürsünüz… Köy değil başka bir yerdir orası… Yoksulluğun, yoksunluğun, çaresizliğin mekân bulduğu, aynı zamanda kayıtsızlığın cisimleştiği da bir yer…
Bir yandan şehre bakarken yine şehrin o garip ikilemi bunaltıyor insanı. Her şehirdeki o garip çelişki. Bir yanda mutluluk, bir yanda hüzün… Bir yanda lüks, bir yanda sefalet… Bir yanda çok katlı, lüks bir site, öte yanda tentenelerle örtülen bir evde yaşayan insanlar…
Uzaktakini yakın eden, yakındakini uzak eden modern hayatımızda her gün gördüğümüz insanları anlamamak için çabamız neden? Lütfen söyler misiniz? Ne oldu? Bize ne oldu? Eskiden böyle değildi. Şimdi ne oldu? Neden insanların artık birtakım duygulara ve düşüncelere prim verecek zamanları yok? Neden bu kadar hızla koşuyorlar? Neden bir an bile olsun durup, hayatın, insanın, evrenin anlamı üzerine düşünmüyorlar? İnsanlar acılarını, sıkıntılarını, kederlerini anlatırken dinlemiyorlar? İnsanların dertleri, ilgileri, arzuları, düşleri, hayata dair imdat çığlığı neden sahte geliyor? Sahici gelmiyor? Neden en yakınımızdaki insanların neler yaşadığıyla ilgilenmiyoruz da en uzaktaki bizi ilgilendiriyor. Neden?
Hepimiz var olabilmek için sürekli rekabet halinde koşuşurken, sürekli bencilleşiyoruz. En uzaktaki insanın neye güldüğünü merak edip okuyoruz da, eşimizin, çocuğumuzun, yan komşumuzun sıkıntısının ne olduğunu merak etmiyoruz.
Hangisi daha çok acıtıyor insanın içini. Elinde bütün imkanları varken yaşadığı hayattan bir türlü tatmin olmayan insanlar mı, yoksa bir lokma ekmek için, özgür bir nefes alabilmek için hayatlarını ortaya koyanlar mı?
Bu yıl Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından başlatılan ‘yalnızlık’ temalı Ramazan Kampanyası tam da bu bakımdan çok önemli. Modern çağımızın vebası olan bencilliğin bizi giderek esir aldığı, bizi Allah’a yakınlaştırması gereken yalnızlığımızın ne yazık ki bizi giderek kardeşlerimizden uzaklaştırdığı bir zamanda, sofralarımızı, evlerimizi, gönlümüzü başka insanlara açmak, onları evlerimizde misafir etmek bunun için çok önemli. Gelin bu Ramazan, soframızı bir Suriyeli, bir Somalili ile kuralım. İftarda suyumuzu bir sokak çocuğu ile paylaşalım. Bir yetimi okşasın ellerimiz. ‘Hiç kimse kimsesiz kalmasın bu Ramazan ve her zaman.’ Ramazan’da düsturumuz israfın gösterişinin yapıldığı sofralar değil kardeşliğin, dostluğun, arkadaşlığın paylaşıldığı sofralar olsun.
İftar sofralarımız ikram sofralarımız olsun…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.