Yamyamlar bile hür Türklerden neden hala esir?
“Yamyamlar bile hür Türkler neden hala esir…” 70’li yılların Hasret Dergisi’ne kapak olan bu sözü geçen elli seneye rağmen hala soruyoruz…
Türk milleti engin tarihi geçmişi, zengin devletleşme tecrübesiyle nüfusu dünya üzerinde çok büyük bir alana yayılmış kadim millettir. Doğu Türkistan’dan Kafkaslara, Kırım’dan, Batı Trakya’ya uzanan dünyanın dört bir yanına yayılmış yaklaşık dört yüz milyonluk bu nüfusun kahir ekseriyeti esaret altında işkence çekmektedir…
Belki kardeşlerimizin zulüm altında olmalarına üzülüyoruz fakat bizi asıl üzen zulüm değil zulme sessiz kalmak… Dünya da zulüm hiçbir dönem yok olmadı. Hz. Âdem’in (as.) evlatları Habil ve Kabil’in kıssasından bu yana zalimler olduğu gibi mazlumlar da hep oldu. Fakat dünya da mazlumların hakları için canını ortaya koyan, mazluma da zalime de kimsin diye sormayan zalimle mazlum arasında turnusol kâğıdı olan bu millet bugün mazlum hüviyetine büründü.
Rahmetli Bilge Lider Aliya İzzetbegoviç “Her şey bittiğinde hatırlayacağımız düşmanlarımızın sözleri değil dostlarımızın sessizliği olacaktır.” Demişti Bosna’nın Sırp işgalinden kurtarılmaya çalışıldığı o çetin dönemde… Bugün hür dünyanın kulakları çığlıkları arşı delen mazlumları duymayacak kadar sağır! Bugün hür dünyanın gözleri yanı başındaki zulmü görmeyecek kadar kör! Bugün hür dünyanın dili hakkı söylemek için değil, zulmü meşrulaştırmak için var!
Bu gelişmelerin odağında ise bütün bir Türk Dünyasının hamisi olma mecburiyeti omuzlarına yüklenmiş “Türkiye” var. Neden bu mecburiyet Türkiye’nin üstünde derseniz; cevabı Türkiye’de araştırma görevlisi olarak çalışan Kazakistan Türklerinden bir hocanın yaptığı tarifte gizlidir. Türk kültüründe ailenin büyük erkek çocuğu evlendiğinde kendisi yeni bir eve (çadıra) taşınır, fakat küçük çocuk baba evinde kalır ve babası öldükten sonra da hayatını o evde sürdürür. Anadolu’da yaşayan Türkleri baba evinden giden büyük çocuğa benzeten bu tarifle Anadolu’daki yani Türkiye’de ki Türkler biyolojik olarak da diğer Türk devletlerinin “ağabeyi” sayılır… Latifeyle birlikte içinde bir hakikati de barındıran bu tarif şu anda hür ve müstakil yapısıyla diğer Türk Devletlerine göre daha önde olan ülkemiz bu yükü omuzlamak mecburiyetindedir. Yani “ağabeyin” mesuliyeti bütünüyle Türk Dünyasının hür ve müstakil bir yapıya kavuşturarak dünyanın dört bir yanına yayılmış Türkler arasında ki kafa ve gönül birliğini sağlamaktır.
Cemiyetçiliğin en temel konusunu oluşturan teşkilatlanmada merkezden çevreye doğru bir halkalanışın zorunlu olduğu önemli bir hakikattir. İnsan merkezli bu halkalanışın ilk ayağı Anadolu’da birliği sağlamak sonraki ayağı ise Türk Dünyasındaki birliği sağlamaktır. Âleme nizam vermeye cehd etmiş Türk Milletinin önce kendine nizam vermesi ve maddi ve manevi esaretten kurtarılması lazımdır. İstikbal’de Türklüğün daha güzel yarınlara kavuşabilmesi için merhum Muhsin YAZICIOĞLU’nun Türk’ün yoksun kalmaması gerektiği hasletleri haykırdığı şu veciz sözüyle yazımı noktalamak istiyorum:
“Ben Türk'üm Türk esir olmaz!
Ben Türk'üm Türk bayraksız olmaz!
Ben Türk'üm Türk devletsiz olmaz!
Ben Türk'üm Türk ezansız olmaz!
Ben Türk'üm Türk hürriyetsiz olmaz!”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.