
Ruhumuzu Dinlendirmeyi Unuttuk mu?
Günlük koşuşturmanın, bitmek bilmeyen yapılacaklar listesinin ve ekran ışıklarının yorgunluğu altında, ruhumuzun derinliklerinde bir çığlık yükseliyor olabilir: “Dinlenmeye ihtiyacım var!” Ancak çoğunlukla bu sesi duymak yerine, kendimizi meşguliyetin kollarına bırakıyor, dinlenmeyi erteliyor, adeta ruhumuzun aklı karışmış çocuk gibi suskunluğunu görmezden geliyoruz.
Akşam olunca yatağa uzandığımızda bile zihin sürekli çalışıyor; gelecek toplantılar, cevaplanmamış mesajlar, eksik kalan işler… Böyle bir rutinin içinde “dinlenmek” bir lüks değil, imkânsızlık gibi görünebiliyor. Oysa ruhun dinlenmeye ihtiyacı, bedenin dinlenmeye olan ihtiyaç kadar gerçektir. Fiziksel yorgunluğu bir uyku molasıyla gidermeye çalışırken, ruhun susuzluğunu bir hafta sonu tatiliyle dindirmeye çalışmak, derin bir vaha yerine geçici bir çözüm sunar yalnızca. Çünkü ruh, sessizlikte, dinginlikte, kendimize ayırdığımız anlarda beslenir; içimizdeki sesleri duyma imkânı orada ortaya çıkar. Ancak modern yaşam, sessizliği düşman bellemiş, her anı dolu tutmak için sayısız araç sunmuş durumda. Telefonlarımızdaki bildirim ışıkları, sosyal medya akışları, 24 saat açık kalan haber döngüleri… Hepsi ruhun nefes alacağı boşlukları dolduruyor.
Dinlenmeyi unuttuğumuzda bir yandan canlılığımızı yitiriyor, diğer yandan varoluşumuza dair soruların ağırlığı artıyor. “Ben neyim?”, “Ne istiyorum?”, “Bu hızla nereye gidiyorum?” gibi sorular yüzeysel cevaplarla geçiştirildiğinde, ruh bir süre sonra sızlamaya başlıyor. Oysa derin bir sessizlikle baş başa kaldığımızda, bu soruların gerçek cevabını bulmak için zemini hazırlarız. Bir parkta oturmak, dalga seslerini dinlemek veya sadece gözlerimizi kapatıp nefesimizi izlemek, ruhun kendi ritmini hatırlamasına olanak tanır. Birçok kişi “daha fazlasını yapabilmek” uğruna kendi sınırlarını göz ardı ediyor. Oysa ruhun ritmi, ancak durup dinlenerek, kendine gelerek korunabilir. Dinlenmek, boş oturmak, zihni boşaltmak, kimi zaman hiçbir üretkenlik çabası içinde olmamak, verimsizlikmiş gibi görülse de, aslında en verimli anların tohumunu ektiğimiz zeminlerdir. Sessizlikte bir düşünce belirir, kendimizi anlamamızı sağlayacak içsel bir farkındalık doğar. Bu farkındalık, sonraki adımlarımızı daha sağlam, daha bilinçli atmamızı mümkün kılar. Ruhumuzu dinlendirmek, kendimize verebileceğimiz en güzel hediyedir. Bazen bir fincan bitki çayı eşliğinde yapılan beş dakikalık bir meditasyon, bazen sabahın erken saatlerinde yapılan kısa bir yürüyüş, bazen de sadece hiçbir şey yapmadan oturabilmektir. Bu anlarda zaman yavaşlar, dış dünyadan gelen gürültü azalır ve içimizdeki huzur kıpırtıları duyulur. Ruhu dinlendirmek için büyük kaçışlara, uzun tatillere gerek yok; önemli olan, anı yakalayabilmek ve kendimize izin verebilmektir.
Unutmayalım ki, ruhumuz en çok kendini hissettiren yanlarımızı daima bir kenara iteriz: Merhamet, yaratıcılık, huzur arayışı… Bu yanlarımız ancak dinlenmiş bir ruhun ürünü olarak filizlenir. Enerjimizi yalnızca dışarıya aktarmak yerine, kendi içimize doğru bir yatırım yaptığımızda, hem kendimize hem çevremize daha çok verebileceğimizi fark ederiz. Belki de bugün, yapacaklar listesinden bir madde silip yerine “kendime vakit ayır” yazmak, ruhumuzu dinlendirme yolculuğunun ilk adımıdır. Sessizliğin kucağına uzanmak, zihni dalgalandıran düşünceleri izlemek, derin bir nefes alıp bırakmak… İşte o anlarda ruhumuz, uzunca bir süredir unuttuğu dinlenmeyi hatırlayacak ve bize yeniden huzur fısıldayacaktır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.