Yağmurlu havalar
Ey sevgili, ey gönlü bıraksalar uçacak kişi. Bırak hayallerini gönlüne sığdırmayı, ey düşleri gökyüzüne bile sığmayan, ey umutları yeryüzüne yetmeyen kişi.
Ey bir avuç heyecanım, bir yürek dolusu sevdam, bir ev gibi omuzlarım, bir kuş kadar özgür ruhum…
Ey benim güzeller güzeli 17 yaşım, benim canım, benim korku dolu gözlerini gözyaşları ile yıkayan güzel kızım; benim hevesleri boyuna yetişmeyen, düşleri göğe merdiven döşeyen, umutsuzluklar içinde bir umut arayıp da bulamayışına mumlar söndüren, yelkenlerini indireceği yerde gemileri ateşe veren, yüreğini yangınlar almış güzel kızım…
Ey benim güzeller güzeli 17 yaşım, benim canım, benim toprağa aşık, yağmura sevdalı, bir papatyanın yapraklarından oluşuna yaslar tutan, bir kelebeğin kanadındaki rüzgarda kaybolan, “örtün beni, kurumuş yapraklarla” diyen güzel kızım…
Ey benim hevesleri uğruna, umutları uğruna, insanları uğruna, dünya uğruna parça parça olmuş küçük kızım. Küçücük sevgileriyle, küçücük benliğiyle, küçücük kollarıyla dünyayı sarabileceğini sanan minik kızım. Ey benim güzeller güzeli 17 yaşım; bu sözlerim sanadır, beni iyi dinleyesin;
Bilirim sen çağlayanlar olup akmak istersin. Avuçlarına bembeyaz gülleri versinler diye can çekişirsin. Yitip giden umutlarına, o umut molozlarına boy boy binalar dikişlerine ve çekip gidişlerine kızarsın en çok, en çok o zamanlar kanar canın. Seni kapkara beton yığınlarına hapsedişlerine ağlarsın en çok.
Yetişkinleri anlamazsın asla, akıl sır erdiremezsin yaptıklarına, yapmaya çalıştıklarına. Hiç mutlu olmayıp mutluymuş gibi davranmalarına şaşar kalırsın hep. Belki de ondandır Küçük Prens’i bu denli çok sevişin. Onu kendine yakın görmüşsündür belki.
Benim güzel kızım, bilirim sen şiirler yazmak değil, şiirler olmak istersin. Bir şiirin ilk mısrası da ben olayım dersin, bir kafiye de bana yakıştırsınlar, bir seciim olsun, mahlas koysunlar sonuma ‘kelebek’ diye. Bilirim, sen sanat olmak istersin. Bir de seni boyasınlar, yontsunlar, fırçalara dolasınlar istersin. Sen hep rengarenk olmak istersin. Herkes olayım dersin, “ben insan olayım”. Bilmez olur muyum, sen hep rengarenk olmak istersin. Fakat güzelim, sen herkes olamazsın. Herkes olmaya çalışırken ayağın kayar, o saç teli ipten düşersin hiçliğe. Herkes olmak istersen benliğinden olursun, kimse olursun. Ve şiirler yarım kalır tabii. Hayallerin bir üç noktaya boyun eğer, susar gökyüzü merdivenin, güvercinlerin senden habersizce uçar başka diyarlara, başka insanlara, sensiz ve hiçlikten uzağa…
Duyumsuyorum acı çekişlerini, düşündükçe beynini kemiren kötülük farelerini. Fakat güzelim, “Acı, insana dışarıdan dayatılmış, onu kötürüm eden insana bir olgudur ama gülmek insanın kendisinin yarattığı bir yaşama büyüsüdür.” demez mi en sevdiğin şair? Hani her an biriciktir ya, hani sonsuzluk avuçlarının içindedir aslında. Hani “Şiir, geyikler öldükten sonra yazılmalıdır.” derler.
Bilirim, korkarsın yalnız kalmaktan. Oysa yalnızlık bile yalnızlık değildir; bu dünyaya ait olan bir şeydir yalnızca ve ancak bu dünya ile anlam bulur. Bırak acıların sana bu dünyayı sevdirsin. Bir şairin yağmuru altında ıslanmak gibi gelir böylece hayat. Sen en çok yağmurlu havaları seversin…
Şimdi bırak kenara kırıklarını ve sarıl en yakın dostuna, kalemine sarıl. Sen bir gün rengarenk olacaksın ve ben o kaleme son kez sarıldığın günden gururla izleyeceğim seni. Dünya değil mi? “Hangi günü gördün, akşam olmamış.” Akşamlar olur, sen de gelirsin…
Ey benim güzeller güzeli 17 yaşım, benim canım, benim uçurum kenarlarında musikisiz dans eden mevsim rüzgarım, üzerine güneş doğan kar tanem benim…
Eriyip gitme diye bu seslenişim. Yoksa akşamlar olur tabii, ve sen de gelirsin.