İbrahim Demirkan

İbrahim Demirkan

UZUN HİKAYE, EVET

UZUN HİKAYE, EVET

Toplum bozuluyor diyoruz.
İnsanımız idealizmini kaybediyor.
İşte bu konuyla ilgili görülmeye değer bir filmden bahsetmek istiyorum.
Mustafa Kutlu’nun ‘Uzun Hikaye’ adlı kitabından aynı adla Osman Sınav’ın adapte ettiği ‘Uzun Hikaye’ filmi kaybolan insani değerleri hatırlatmaya yönelik bir film.
Seyirciye sıcak ve güzel bir dünyada yolculuk yaptıran film oyunculuk, reji ve senaryo gibi konularda ustaca kotarılmış.
Uzun Hikaye’yi okuduğumda beni en çok etkileyen evinin penceresinden dışarıyı izleyen felçli gencin dramıydı. Felçli genç evlerinin önünden geçen bir kıza aşık oluyor ve ona mektuplar yazıp arkadaşı vasıtasıyla gönderiyordu.
Filmde bu bölümde var ama genelde kitaba çok sadık kalmamış.
Hatta ortaya çıkan sonuç itibariyle filmle kitabın iki zıt dünyası olduğunu söyleyebilirim.
Kitap elinden geldiğince realist film ise elinden geldiğince idealist.
Osman Sınav bunu öğretici ve hatırlatıcı bir tonda ama seyirciyi zorlamadan yapıyor.
Film 1940’larda yollara düşmüş Bulgaryalı Ali,eşi Münire ve küçük oğlu Mustafa’yla başlıyor. Ali her zaman adaletten ve doğruluktan yana olduğu için doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar misali nerede bir haksızlık görse karşı çıkıyor ve bu yüzden de beladan kaçmak için çocuklarıyla kasaba kasaba geziyor. 
Doğruluğun peşinde bir adamın dramatik hikayesiyle karşı karşıyayız.
 
Filmin ana karakteri Bulgaryalı Alinin oğlu Mustafa’nın savcı ve kızıyla olan ilişkisine bakıldığında savcının kızına yaptığı kaçalım isteğine kızın kabul etmeyip çok daha maddi şartları öne çıkartarak karşı çıkması bize eskiyen değerleri daha iyi hissetmemizi sağlayacak ve ‘zalimsin dünya’ önermesini daha içten söylemimizi sağlayacak bir trajik son olabilirdi. 
Aslında karakterler kaybetse de filmdeki atmosfer ve ilerleme kusursuz işlendiği için her şey yolunda duygusunu veriyor bu yüzden de filmin anlatıcısı çocuğun annesinin ölümü dışında sizden duygulanmanızı bekleyen sahnelerde çok duygulanmıyorsunuz.
Hapishanede baba ile oğul arasında geçen ‘ölümde mi aşıkları ayıramaz’ sahnesi gibi birkaç sekans dışında bir ‘Babam ve Oğlum’ tadını yakalayamıyorsunuz.
Filmdeki karakterlerin görüş ve düşünceleri, yaşam biçimleri toplumun büyük bir konsesyus sağladığı alanlara işaret ettiği için bu anlamda seyirci için tatmin edici bir yapısı var. Örneğin sosyalist Alinin hem cumaya gidip hem rakı sofrasında demlenmesi gibi.
Peki toplumun bu post-modern din ve dünya anlayışı hakikat açısından bakıldığında doğru mudur ? Aslında sanatta zor olan bu tip hak ile batılı karıştıran ve ahirette eksi not olarak karşımıza çıkacak durumları kolaycılığa kaçmadan ister tutarlılık ister dini düşüncede samimiyet deyin eleştirmek ve yanlışlığına işaret edebilmektir.
Bu anlamda ‘Uzun Hikaye’ demeyip hakikati ve gerçeği bildiğimiz ve inandığımız şekilde toplumsal önyargılardan korkmadan anlatabilmeliyiz.
Filmi sol düşüncede söylenen ‘Sanat hayatın aynasıdır’ söylemine göre değerlendirmemiz safdillik olur. Belli ki yönetmen de böyle bir dünyanın sakıncalı olmadığını idealize ettiği şahsın hikayesinde ispatlamak istiyor yoksa sadece bir ayna tutup son kararı seyirciye bırakmıyor.
Sinemada realizmi sevdiğim için filmde gördüğüm felsefi anlamda tek eksiklik bu yoksa geleneksel malzemenin modern ve ‘ilerici’ bir biçimde işlendiği aşikar.
Peki filmdeki karakterin yaşadıkları hayatımıza ne kadar tekabül ediyor.
İster sosyalist ister ülkücü ol artık karşılıksız ve fisebilillah bir ideal uğruna mücadeleden nefis uğruna mücadeleye geçiş yapan bir toplumun içerisindeyiz.
Firavunun zulmünden kurtulup sadece özgürleşmek isteyen bireyden firavunlaşıp herkesi köle yapmak isteyen bireye geçiş yaşanıyor.
Özellikle 80 ihtilalinden önce adamın yuvarlağı değil köşelisi makbuldü ve herkes otobüsünü beklerdi. Şimdi kimse durakta beklemiyor ve gelen ilk otobüse binip gidiyor.
Bu anlamdaki paradigma kayması da filmi bir hayli nostaljik konuma ve ‘nerede o idealizm ve anti menfaatçilik’ söylemine getiriyor.
Uzun Hikaye son dönemde Türk sinemasının kalite çıtasını yükselten bir yapım olarak karşımızda duruyor.
Hoşça vakit geçirmek isteyenlerin ailece izleyebileceği bir film
Hakikat üzerine bir tez dillendirenlerin ise özellikle yanlış idealizminden dolayı eleştirebileceği bir yapım olarak karşımızda duruyor.
Son olarak filmin usta oyunculardan kurulu bir kadrosu var ve oyunculuk açısından pek aksayan yok ama Zabıta karakterini oynayan Melih Çardak ( Filmde adı Zopuroğlu İsmet olan Melih Çardak’ın ismi yerine beyazperde.com sitesi dahil bir çok sinema sitesi oyuncu isimlerini verirken –beyazperde.com eleştirmeni Duygu Kocabaylıoğlu dahil- yanlışlıkla Kürşat Alnıaçık diye yazmışlar ve kimse okumuyor mu nedir belli ki itiraz olmadığı içinde düzeltmemişler) ile Turan karakterini oynayan Bora Koçak çok başarılı bir oyunculuk çıkartıyorlar. Zafer Algöz ise emekli memur Şeref karakteriyle adeta harcanmış yüksek kalibresine rağmen düşük verimli bir karaktere kurban edilmiş.
 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
SON YAZILAR