Umursamazlık ve iç insan
Yeni yıla ne kaldı şurda diye söyledi radyo spikeri… 2014 bitiyordu demek. ‘…2014 biterken, ekonomide, siyasette, medyada, magazinde, vs., vs., neler olmuştu, 2015’te Türkiye’yi neler bekliyordu?..’ konuğuyla bütün bunları konuşmaya, insanları 2015’e hazırlıklı girmeye çağırıyorlardı.
Çayından bir yudum daha aldı haberi dinlerken spiker devam ediyordu. ‘Yunanistan’daki kriz Türkiye’yi etkiler miydi, cari açığın durumu ne olacaktı?’
Kahvaltı masasında otururken geçen yılı düşündü, ne zaman bitmişti 2014? Ne zaman koskoca bir yılın sonuna gelmişti hiç hatırlamıyordu. Günler mi çabuk geçiyordu, o mu çok unutkan olmuştu, yoksa her ikisi de mi geçerliydi?
Çayından bir yudum daha aldı, mutfağa bir göz gezdirdi. Bardaklar, tabaklar, kahvaltı sofrasının malzemelerinin bir kısmı tezgâhta ve mutfak masasında yığılmıştı. Mutfak dağılmıştı ama canı toplamak istemiyordu. Çayından bir yudum daha alırken pencereden dışarıya kaydı gözleri, çocuklar okula yetişmek için anne-babalarıyla dışarıya çıkıyordu. İlkokula gittiği zamanları düşündü, kendisi giderdi okula, bütün mahalledeki çocuklarla hep birlikte...
Çayından bir yudum daha aldı. Mutfak bir an önce toplanmalıydı, işler onu bekliyordu. Günlük işler bitmeli, diğer işlere bakmalıydı bir an önce akşama ne pişirilecek, yazılacak yazılar, okunacak ama hiç okunamayan kitaplar… Oğlu masanın etrafında elindeki telefonla, ‘Aloo, alooo’ diye dolanıyordu. Birbirinin aynısı olan günleri hızlı geçiyordu orası kesin. İki günü eşit olan ziyandaysa ne zamandır günleri birbirinin aynısı bir hızla gelip, geçiyordu bulmaya çalıştı… Sinir uçlarını zorladı, evlilik, iş, çocuk… Hangisinden itibaren günleri birbirinin aynısıydı bulamadı… Sinir uçları hatırlamakta zorlanıyordu.
2000’li yılların ilk yılbaşını hatırladı. Milenyum, milenyum diye bir çılgınlıktır gidiyordu. 2000’ne girmek harika bir şeydi. Dünya ilerleyecek, insanlık gelişecek, çağ atlayacaktık. Şimdi 2015’teyiz. Milenyumda çeyrek asır geçmişti ve o çeyrek asırdan geriye ne kaldı diye zihnini yokladı. Çeyrek asır geçmişti de dünya ne kadar çağ atlamıştı? Ya ben diye düşündü, bir kez daha dışarıya kaydı gözleri, ömrümün son 15 yılından geriye ne kaldı?
Şimdi 2000’li yılların başından aklında kalan tarih atarken 2000 yazmanın nasıl da zor geldiğiydi. Bir çeyrek asır devirmişti ömründen ama geriye kalan hatıralar ne kadar aynı ve sıradandı. Hayatının son 15 yılını düşündü; mezuniyetler, işler, evlilikler, doğumlar, ölümler… Sevinmiş, üzülmüş, ağlamıştı, acılar çekmişti ama ne kadar umursamıştı kendini ve hayatı… Şimdilerde güzel hatıralar biriktirmek diye bir moda var ya düşündü de her şey bir imtihansa güzel hatıraların çokluğu ya da azlığı ne kadar önemliydi bilemedi…
Çayından bir yudum daha aldı dünyayı düşündü. Son 15 yıl da yaşanan savaşlar, katliamlar, soykırımlar… Bu çeyrek asrı ifade etmek için bir kelime seçmek gerekseydi tarihçiler acaba hangisini seçerdi? Mesela insanlık adına umursamazlık kelimesi seçilebilir miydi? Yıllardır zulüm gören, soykırıma tabi tutulan, vatanlarından sürülen insanları önce televizyonlarda haber olarak seyrederken şimdi yanı başımızda olan, bizimle aynı şehirde, aynı mahallede yaşayan bu insanları ne kadar umursamıştı? Bir oyun ve eğlenceden ibaret olan dünya hayatını benim hiçbir şey umurumda değil diyerek yaşamak ne kadar mümkündü?
Elindeki çay bardağını masaya bıraktı, kalktı ve camı açtı. Yan apartmanın 4. katın balkon demirinde üç tane güvercin sıralanmıştı. Güvercinlere baktı sanki onu seyrediyorlardı. İyi yıllar diledi, güvercinler umursamadan öylece baktı sonra başlarını aşağıda toplanan diğer güvercinlere çevirdiler.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.