Şehirleşememe Serencamımız - 1
Her ne kadar insanlar ilk şehirleri binlerce yıl evvel kurmuş olsa da temelde sanayileşmenin neticelerinden biri olan “kentleşme” kavramı modern bir mesele olarak ele alınmalıdır. Kadim bir Sümer, Aztek, Roma ya da Osmanlı kenti ile “modern” bir kent arasında nitelik farkının bulunduğu açıktır. Modern kent kavramı daha çok “sanayileşme sürecinin” bir neticesi olarak ortaya çıkmaktadır.
Geleneksel anlamda kentler, tarım, hayvancılık, zanaat ve ticaret üzerine kurulu ekonomik bir sistemden beslenirken sanayi devriminden sonra kentleri besleyen ve dolayısıyla büyük ölçüde belirleyen ekonomik unsurlar değişmiştir.
Mehmet Karakaş, sanayi ve sanayileşme; modern ve modernleşme, kent ve kentleşme kavramlarının iç içe geçtiğini, böyle bir kavramsal yapıya sahip olduğu için de modernleşme ve kentleşmeye yüklenen anlamların, sanayiden hareketle zenginleştirildiğini, hatta türetildiğini söyler.
Yani “modern şehir” büyük ölçüde sanayileşmenin mahsulüdür diyebiliriz.
Sanayileşme çabasının 19. Ve 20. asırlarda olmazsa olmazı insan kaynağıydı.
Ülkemizde, ancak 19. asır başlarında modernleşmeye çalışan Osmanlı Devleti’nde sınai ürünler genellikle, sınırlı sayıda kişinin çalıştığı küçük atölyelerde üretilmekte ve bu yüzden sanayi büyük ölçüde insan gücüne dayanmaktaydı. Erik Jan Zürcher’in “Modernleşen Türkiye'nin Tarihi” isimli kitabından öğrendiğimize göre, 19. asır başında yüzölçümü yaklaşık 3 milyon kilometre kare alanı kaplayan Osmanlı Devleti’nin nüfusunun 25 milyon kadar olduğu tahmin edilmektedir. Zürcher, böylesine geniş bir alan için bunun, çok düşük bir rakam olduğunu ve insan gücü eksikliğinin, Avrupa nüfusunun yüksek bir artış oranı gösterdiği 19. yüzyıl boyunca, Osmanlı İmparatorluğu için hem ekonomik hem de askerî açıdan başlıca olumsuz koşullardan birini oluşturduğunu söylemektedir.
Yine Zürcher’in verdiği bilgilere göre Osmanlı nüfusunun yaklaşık %15’i, 10 bin ya da daha fazla nüfuslu kentlerde yaşamasına karşın, nüfusun %85 kadarı kırsal alanlarda yaşıyordu. Osmanlı’yı sanayileştirerek, modernleştirerek ayakta tutmayı hedefleyen Tanzimat Devri devlet adamları, fabrikalar kurmaya başlamışlardı. Böylece ülkenin ihtiyaç duyduğu ürünleri yerli üretim ile kâfi miktarda üretmek, dış ticaret açığını azaltmak, ülkede yeni istihdam alanları oluşturmak, Avrupa’daki teknik yenilikleri ve teknolojik gelişmeleri transfer etmek, üretim maliyetlerini azaltmak ve daha ucuz yerli mamullerin piyasaya sunulmasına imkân sağlamak isteniyordu.
Osmanlı Devleti, özellikle II. Abdülhamit devrinde (1876-1908) ordunun modernizasyonu, eğitim reformu, demiryollarının yaygınlaştırılması, posta ve kadastro teşkilatlarının kurulması gibi çok önemli modernleşme adımları attı ancak imparatorluğun son yıllarında ortaya koyulan bu çabalar çöküşü durduramadı. Devlet eliyle sanayileşme çabaları, yeni kurulan Cumhuriyet’te de istenen ölçüde neticeler vermedi. Kurulan kamu iktisadi teşekkülleri, devlet üretme çiftlikleri iyi niyetli ama yetersiz sanayileşme girişimleri olarak kalacak, Türkiye’de sanayileşme anlamındaki asıl hareketlilik çok partili hayata geçişten yani 1950’den sonra görülecekti.
Hedeflenen sanayileşme seviyesine ulaşabilmek için teknolojiyi ithal etmek, fabrikalar kurmak ve bu imkânları kullanarak üretim yapacak yetişmiş insan gücünü bulmak gerekiyordu. Bütün bunlar oldukça zor ve pahalı işlerdi. Yeni Cumhuriyet, her ne kadar kültürel bir redd-i miras politikası benimsese de, çöken Osmanlı Devleti’nin bir devamıydı. Osmanlı’nın hem borçlarını hem zafiyetlerini büyük ölçüde tevarüs etmişti. Gerekli yatırımları yapmakta zorlanıyordu.
Ancak 1950’den sonra gerçek, yaygın ve nispeten organik bir sanayileşmeden bahsedilebilir demiştik. Peki, 1950’den sonra kör-topal da olsa yaşadığımız sanayileşme, şehirleşmeyi nasıl etkiledi? Bu sorunun cevabını aramayı inşallah bir sonraki yazımızda sürdüreceğiz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.