Bedia Aktimur

Bedia Aktimur

ÖZLEMLE ÖZLENMEKTESİN YA RASÛLULLAH

ÖZLEMLE ÖZLENMEKTESİN YA RASÛLULLAH

 

  Yeryüzünü manevi bir karanlık kaplamıştı.
   Mevcudat, beşerin zulüm ve vahşetinden âdeta mateme bürünmüştü. Gözyaşı döken gözler değil, ruh ve kalpler idi. Kalp ve ruhların keder, elem ve gözyaşına âlem de iştirak etmiş, sanki umûmi yas ilan edilmişti!
   
   Yeryüzü saadetini, sevincini ve huzurun kaynağı olan "tevhid" inancından mahrumdu. Küfür ve şirk fırtınası, ruhları ve kalpleri kasıp kavurmuştu. Gönüllerde tek mabud  yerine, birçok batıl ilah yer almıştı! Hakiki sahibini arayan ruhların feryadı ortalığı çınlatıyordu.
  
    İnsanlar, birbirini yiyen canavarlar misali vahşileşmiş, küfür, şirk, cehalet ve zulüm bataklığında boğulmaya yüz tutmuşlardı. Zalimin zulüm kamçısı altında mazlum inim inim inler hale gelmişti. 
  
    Alem mahzun, varlıklar mahzun, gönüller mahzun ve simalar mahzundu. Akıl, ruh ve kalpleri manevi kıskacı altına alıp olanca kuvvetiyle sıkan bu küfür ve  şirke, bu dalalet ve cehalete, bu hüzün ve sıkıntıya beşerin daha fazla katlanmasına Allah'ın c.c. sonsuz merhameti elbette müsaade edemezdi! Bütün bunlara son verecek bir zâtı, şefkat ve merhametinin bir eseri olarak elbette gönderecekti!
  
    İşte, o zat geliyordu!
    Dünyanın manevi şeklini beraberinde getirdiği nurla değiştirecek eşsiz insan, Allah'ın c.c. Son Peygamberi geliyordu!
    Cin ve inse ebedi saadettin yolunu gösterecek Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.) geliyordu!

    Kainat, hürmet ve haşyet içinde Efendisini beklemekte idi. Her varlık, kendisine mahsus diliyle, hal ve hareketiyle bu emsalsiz insana "hoş-âmedî" de bulunmak üzere sevinç içinde hazır durumda idi.
   
   Tarih: Miladi 571, Nisan ayının yirmisi.
   Fil Vak'asından elli veya elli beş gece sonra.
   Kameri aylardan Rebiülevvel ayının on ikinci gecesi.  
   Mekke'de mütevazı bir ev. Günlerden Pazartesi. Vakit, vakitlerin sultanı seher vakti.
  
     Bu mütevazı evde ve bu eşsiz vakitte muazzam ve eşsiz bir hadise vuku buldu: Kâinatın Efendisi Hz. Muhammed (s.a.v.), dünyaya gözlerini açtı!

     Bu göz açışla birlikte âlem, sanki birden elem ve matemini unutarak sürura garkoldu. Karanlıklar, anında nurla yırtılıverdi. Kâinat, sevinç ve heyecan içinde adeta, "Doğdu ol saatte Sultan-ı Din / Nura garkoldu semâvât-ü zemin"diye haykırdı. (Salih Suruç)

  
   Ey Hâtem'ül-Embiya olan Efendim!
   Sen gelmeden önce, bütün renkler renksiz, bütün tatlar tatsızdı.
   Duygularımız yorgun, ne gülmeye mecalimiz, ne üzülmeye dermanımız vardı.
   Gönül sarayımız virandı o zamanlar;
   Ne kapısını çalanı, ne bir yoklayanı vardı.
   Mutsuzduk hep; ne derdimizi soranımız,
   Ne halden anlayanımız vardı.
   Ey Gönüller Sultanı Efendim!
   Sen geldin ya şimdi, her şey değişti.
   Mazlumlar güldü, öksüzler ve yetimler sevindi.
   Gönüller nûra garkoldu, yeryüzü sevinçle coştu.
    Sen geldin ya şimdi, ümmet sahibine kavuştu.     (Ravza Vuslat)

    Allahü teala, biz âciz ve  günahkâr kullarına acıdı ve merhamet etti de; Gönüller Sultanı Efendimiz , Peygamberimiz, Numune-i İmtisalimiz olan Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 'e bizleri ümmet eyledi. Bunun için ne kadar hamdetsek, ne kadar şükür secdelerine kapansak azdır.
   
    Ya Rabbi! Bizleri Zâtına layık kul; Habib-i Kibriyana layık ümmet eyle, sevdiğin ve razı olduğun kullarının arasına bizleri de dahil eyle inşaallah âmin.

  Selam ve dua ile....
   

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
SON YAZILAR