Zeynep OKUMUŞ

Zeynep OKUMUŞ

Ölmemek günü

Ölmemek günü

Yarın 26 Mart, ölmemek günü.

Hani bazen umutsuzca bir umutsuzluğa kapılırsınız ve umut etmeye bile umudunuz kalmamıştır artık… Düşünün ki yine böyle bir andasınız. Bir rakı masasındasınız. Umutsuzca ölümü düşlüyorsunuz. Korkuyor musunuz, yoksa onu içten içe istiyor musunuz? Aylardan mart, 26’sı olmuş çoktan. Masanız gülüşmeler ve kahkahalarla dolu bazen, bazen sohbet bir hayli koyu. Tek tek göz gezdiriyorsunuz masadaki o şairane insanlara.

Gözleriniz içtenlikle tebessüm eden Cemal Süreya’ya takılıyor. İsmindeki “y” harfini Sezai Karakoç’la Mona Rosa’nın adına yazıldığı Muazzez Akkaya üzerine girdikleri bir iddiada kaybettiğini sanıyordunuz hep. Fakat o doğrusunun arkadaşlarıyla telefon numarası üzerine girdiği bir iddia olduğunu söylüyor. Uzunca boyu, kemikli bir burnu var Cemal Süreya’nın. Kendini ve şiirler sığdırdığı hayatını öyle kısa özetliyor ki şaşırıyorsunuz. Şöyle diyor: “1931 yılında doğdum.1937 yılında annem öldü. 1944 yılında Dostoyevski’yi okudum, o gün bugündür huzurum yoktur. Benim biyografim bu kadar.” Bu sözleri dinlerken, onun bir yük vagonunda gözlerini açtığı geliyor aklınıza, öyle diyor şiirinde. Hayır, vagonda doğmamıştır o. 6 yaşındayken etnik kökeni yüzünden bir vagonla Erzincan’dan sürülmüştür ailesiyle birlikte. “Büyük ihtimalle ölmüştük” diyor o yılları anlatırken. “Yaşayanlar unutmuştu bizi/Biz öldüğümüzle kalmıştık.”

Gözlerinin içine bakıyorsunuz ince bıyıklı Süreya’nın. Gözlerinde bir ışık arıyorsunuz. Her şeye rağmen, bakınca sizin bile içinizdeki umutsuzluğu öldürecek bir ışık. O da sizin gözlerinize baksın ve “Umut belki de gelecek sayfadadır; kapatma kitabı” desin istiyorsunuz.

Sonra Edip Cansever’in masaya elindeki bardağı seslice koyduğunu duyuyorsunuz. Başının üstündeki seyrek saçlarını karıştırıyor ve şöyle diyor: “Kim ne derse desin ben bugünü yakıyorum, yeniden doğmak için çıkarttığım yangından.” Ne demek bugünü yakmak, yarın yeniden doğmak için? Bir kere yanınca küllerine kadar, insan yeniden doğabilir mi? “öyleyse” diye geçiriyorsunuz içinizden, “öyleyse bugünü kızgın lavlara bile atarım belki de.” Ömrü şiirden ibaret bu adama ve ellerine bakıyorsunuz tekrar. Parmaklarında hâlâ biraz mürekkep gördüğünüzü sanıyorsunuz. Ne demişti Tanpınar şiirlerini ilk okuduğunda? “Bunlar güzel, hepsi çok güzel ama hiçbiri şiir değil.” Şiir değilse ne olabilirdi ki bu kadar güzel olan? Ne olabilirdi ölüme böyle seslenen: “Sen ölüm!/Seni hiç düşünmeden yaşadık/Seni hiç düşünmeden yaşayacağız bundan sonra da.” Şiir değilse şiirden daha güzel bir şey olsa gerekti.

Sonra bir küfür duyuluyor kalabalık masada. Gülüşmeler geliyor ardından. Can Yücel’e dönüyorsunuz. Hakkında düşünecek bir şey bulamıyorsunuz kafanızda. Can Yücel Can Yücel’dir işte. Dobra, sözünü asla esirgemeyen, apaçık bir insandır. “Ölsem neye gam yerim ki en çok? Bir daha küfredemeyeceğime” diyor ve güldürüyor yine rakı masasını. İzlenme hissiyle dolmuş gibi size dönüyor ve kesişiyor bakışlarınız. Sonra diyor ki: “Ömür dediğin üç gündür; dün deldi geçti, yarın meçhuldür. O halde ömür dediğin bir gündür; o da bugündür.” Yani ne yarını düşünmeli insan ona göre, ne de dünde kalmalı. İnsan bugünü yaşamalı. Zaten içimizi dipsiz bir kuyuya çeviren de dünler ve yarınlar değil mi? Ve tabi ki bakışlarını ilk çeken Can Yücel olmuyor.

Dayanamıyor “umutsuzluklarım” diyorsunuz, “ bir iğne gibi bütün vücudumu dolaşıyor sanki. Sanki öleceğim.”

Sessizlik oluyor, derince ve uzunca. Ve Turgut Uyar, bir şişe rakı istiyor garsondan. Şişeyi kağıtlarla kaplıyor, masadaki herkesin ismini yazıp imzalamasını istiyor. Sonra şişeyi alıyor ve size uzatıyor. “Bunu bir sene sakla. Bir sonraki sene yine bugün getir içelim.” Şaşırıyor bir şişeye bir de onu uzatan şaire bakıyorsunuz. Bu sefer eli elinize gidiyor ve samimice sıkıyor onu. “Kardeşim, umut baharı beklemeye benzer. Gel gelecek senenin baharını beraber bekleyelim.”

Yarın 26 Mart, ölmemek günü. Yıllar oldu ve iğneleriniz bir bir terk etti sizi. Her yıl, aynı masada toplandınız onca kişi. Her yıl o yılın en umutsuzuna verildi rakı şişesi.

Ta ki yarını yarın yapan adam ölünceye kadar…

Turgut Uyar masayı terk ediyor. Ve geriye şu satırlar kalıyor:

“… Dönülmez dizeler içinde
Onunkiler gülaçılır
Öldüğü gün
Hepimizi işten attılar.”

Yarın 26 Mart, ölememek günü. Verecek dolu ve üstü imzalarla kaplı bir rakı şişem yok bu sefer ama ben sıraya yine size veriyorum. Bütün umutsuzluklarınızla masadan kalkabilirsiniz. Fakat gelecek sene yine aynı gün gelin yine aynı masada toplanalım hepimiz…

Önceki ve Sonraki Yazılar
SON YAZILAR