Ahmet Aydınsoy

Ahmet Aydınsoy

Oku Diye Emreden, Okudun Mu Diye Sormaz Mı?

Oku Diye Emreden, Okudun Mu Diye Sormaz Mı?

600 yıl geçmişti son nebinin gönderilişinin üzerinden. Zulmün karanlığı tüm dünyayı kuşatmış, insanlık bu karanlığın kasvetiyle yolunu şaşırmış, nereye gideceğini, bu zulümden nasıl kurtulacağını bilemez olmuştu. İyilik adına, güzellik adına ne varsa, zulmün karanlığında kaybolup gitmişti.
Yeryüzünde öyle bir yer vardı ki, çölün ortasında, simsiyah volkanik kayalarla çevrili çorak arazinin zor şartlarıyla yarışırcasına zulüm, haksızlık, adaletsizlik, ahlaksızlık kol geziyordu, şehirlere ve mabetlere analık eden Mekke ve Kabe’de. 

Olanca kirliliğe inat, bir öksüz, bir yetim yetişip serpilmişti, tüm güzellikleri kıskandıran. Hiç kimsenin kimseye güvenmediği, menfaatlerin ve hazların putlaştırılıp tüm insanlığı yakıp kavurduğu cahiliye günlerinde, el- Emîn lakabıyla nâm salan.

Elbette zulüm ilelebet payidar olamazdı. Bir ışık bulmalı ve insanlığı bu karanlıklardan çekip çıkarmalıydı, ama nasıl?
Derler ki, gecenin karanlığının en yoğun olduğu an, şafak vaktiyle gelecek aydınlığın en büyük habercisiymiş. Evet şafağın sökmesi yakındı. Ama tüm olacaklardan habersiz, içinde bulunduğu toplumun düştüğü bataklıktan kurtulması için bir yol, bir çare arayan Muhammed’ül Emîn, adı arayış anlamına gelen, oldukça dik kayalıklardan oluşan Hira nur dağına çıkıyor, zaman zaman bir kaç büyük kayanın arasında kalan bir kovuğa girip saatlerce düşünüyor, zaman zaman doğup büyüdüğü şehri en iyi göreceği bir kayanın üzerine oturup, şehirlerin anası Mekke’yi, putlarla dolup taşan, boynu bükük Kabe’yi seyrediyordu, günlerce, gecelerce.

Son zamanlarda arayış mağarasında geçen süreler iyice artmıştı. Gözbebeği gibi sevip sakındığı eşi Hatice annemiz, sık sık onu ziyarete geliyor, yiyeceğini içeceğini getiriyor, çok belli etmese de, Hatice’nin aklı hep Hira’da kalıyordu.
Yine Hira'da geçen bir geceydi. Göklerin kapısı son kez aralanıyor, Peygamberlik zincirinin son halkası nihayet seçiliyordu. Ve ALLAH SON PEYGAMBERİNE İLK KEZ SESLENİYORDU. 
Dikkat edin! Son peygambere söylenecek ilk söz... Kim bilir ne kadar önemli, ne kadar değerli bir sözdür, bunun çok değerli bir söz olduğunu tahmin etmek o kadar zor olmasa gerek.

“OKU ! YARADAN RABNİNİN ADIYLA. O İNSANI ALAKTAN(yakın ilgi ve sevgiden) YARATTI.
OKU! RABBİN CÖMERTLİĞİNDE SINIR OLMAYAN, İNSANA BİLMEDİĞİNİ VE KALEMLE YAZMAYI ÖĞRETENDİR.”

Evet, insanlık tarihi boyunca, gök kapılarını açıp, binlerce defa “Zübde-i Âlem olan insanı muhatap alarak daha önce de seslenen Allah (azze ve celle), son kez seslenirken insanlığa, söyleyeceklerini rastgele, laf olsun diye seçmiş olamazdı. İnsanlığı, içine düştükleri bataklıktan, zulmün karanlığından, cehaletin kıskacından kurtaracak bir yol göstermeli, onlara bir çare sunmalıydı. İşte o çare ve yol ilk vahyin ilk ayetlerinde ilan ediliyordu. Bilgi ve onu elde etmenin yolları olan, okumak, yazmak, kalem ve öğrenmektir.
İlk emri oku olan bir din ve onun yegane temelini, esaslarını oluşturan son ilahi vahyine, okumanın bütün anlamlarını içine alan bir isim verilen kitap (Kur'an*)...

Şimdi düşünelim. Bu vahye muhataplığı kabul edip, imanını ilan eden müslümanların, OKUMAYA, YAZMAYA, ÖĞRENMEYE ne kadar önem verdiklerini, tüm bunlara ne kadar düşkün olduklarını...(!)
Devam edecek efendim...
_____
*Kur’an kelimesi, Arapçada, fuğlan vezninde gelen bir kelimedir ve içerdiği anlamla ağzına kadar dolu olmayı ifade eder. Burhan, kurban, bühtan gibi. Kur’an  okumanın bütün anlamlarını içine alan bir kelimedir. Anlamak, yaşamak, yaşatmak, yol göstermek için okumak. Gönderiliş amacına uygun bütün eylemleri kuşanmak için okumak anlamında bir kavramdır Kur'an kelimesi.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
SON YAZILAR