Mehmet Akif Ersoy “İslamcı” mıdır?
Büyük şairimiz Mehmet Akif Ersoy’a “İslamcı” denilebilir mi?
Kanaat önderleri, karizmatik liderler, düşünürler akıllarıyla insanlığa yol gösterebileceklerine inanır, mucize formüller, kurtuluş reçeteleri sunarlar.
Bunlar onların zan ve temennilerinden başka bir şey değildir.
Bu o kadar “insani” ve bir o kadar da “şeytani” bir histir ki Allah’ın yeryüzünde seçtiği peygamberler bile bu his dolayısıyla şüpheye düşmüşlerdir.
Acaba insanlarının karşısına çıkıp dile getirdikleri şeyler kendi temenni ve zanları mıdır yoksa ilahi buyruklar mıdır diye…
Bu hal Kur’an-ı Kerim’de, Hac suresinin 52. ayetinde anlatılır:
Senden önce hiçbir resul ve nebi göndermedik ki, bir şey temenni ettiği zaman, şeytan onun bu temennisine dair vesvese vermiş olmasın. Ama Allah şeytanın vesvesesini giderir. Sonra Allah âyetlerini sağlamlaştırır. Allah hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
Mehmet Akif’in Kur’an meali yazma işini devrettiği dostu, büyük müfessir Elmalılı Hamdi Yazır bu ayetin tefsirini yaparken şunları söyler:
Temennînin asıl anlamı, gönlün arzu ettiği şeyi kişinin kendi içinde, hayalinde şekillendirip canlandırmasıdır. Zihinde canlandırılmış olan bu tabloya "ümniyye" veya "münye" denilir ki, Fransızca "ideal" diye tabir edilir. Son zamanlarda bu kelime felsefede hayli önem kazanmış ve idealizm adı ile bir felsefe ekolünün oluşmasına kaynak görevini yapmış ve sanki uydurma olduğunun belli olmaması için dilimize tercüme edilirken "mefkûre" kelimesi uydurulmuş ve her tarafa yayılmış. Şu halde "temenni", bir ümniyye beslemek, bir mefkûre kurmak demek olur. İdealistler bütün gerçeklerin aslının "benlik" de olduğunu varsaydıkları için, nefsin istek ve arzusunu her gerçeğin temel taşı gibi görmek isterler. Bu yüzden hayatta başarılı olmuş büyük adamları hep idealci (idealist) kabul ederler. Bununla ulûhiyyet ve nübüvvet meselesini de çözdüklerine inanarak, peygamberi bir ideal kurmuş, bir müddet programını yapmakla uğraşmış, sonra da peygamberlik davasıyla ortaya atılmış bir idealist gibi göstermek isterler. Fakat Kur'ân özellikle bu âyetle anlatıyor ki, peygamberlik bir arzu bir temenni işi değildir. "O hevadan (kendi nefsinden) söylemiyor; Kur'ân sadece bir vahiydir, ancak vahyolunur" (Necm, 53/3-4) âyetiyle anlatılan peygambere temenni yakışmaz, çünkü vahiy tamamen hakkın emridir. Ümniyye'ye ise şeytan karışır. Başkaları şöyle dursun peygamber bile, insanlık gereği temennide bulunduğu vakit Şeytan onun arzusuna şüpheler karıştırır. Ümniyye (temenni) ise, heves ve hayal ile isabetsizlikten kurtulamaz. Demek ki peygamberlerin ismeti (masum olmaları) kesinlik ifade eden vahiy yönüyledir, yoksa içtihadıyla hareket ettiği zaman hata yapması mümkündür.
Mehmet Akif’in samimim bir Müslüman olarak çok güçlü şekilde ifade ettiği görüşleri vardır evet.
Ama görüşlerini topluma bir kurtuluş reçetesi olarak dayattığını, mutlaklaştırdığını kim iddia edebilir?
Uçsuz bucaksız bir çölde yahut balta girmemiş bir ormanda kaybolmuş insan topluluğunun karşısına çıkıp elindeki haritada, tek çıkış/kurtuluş yolunun bulunduğunu, bu “kurtuluş” bilgisinin yalnızca kendisinde olduğunu, kurtulmak isteyen herkesin kendisini takip etmek zorunda olduğunu söyleyen bir adam tasavvur edelim.
İdeolojileri benimseyenlerin yaptıkları budur.
Şimdi de aynı topluluğun içinde bulunan, yolda karşılaştığı her şeyi “izci” yetenekleriyle değerlendirip “doğru” istikametten sapmamaya çalışan, bilgi ve bulgularını da çevresiyle paylaşan bir kişi tasavvur edelim.
Mehmet Akif gibi insanların yaptığı da budur.
O topluma mucize iksirler vadetmez.
Sadece karalarını alırken her şeyi yürekten bağlı olduğu vahyin terazisinde tartar.
Akif’ten ne bir “ideolog” çıkar ne bir ideolojinin fanatiği.
Akif İslamcı falan değildir.
Zihnimizi rahatlatmak için oluşturduğumuz kaba kategorilerden birisine de sığdıramazsınız onu.
Ancak tertemiz, samimi bir Müslüman mütefekkir bulursunuz karşınızda.
Dostu Mithat Cemal Kuntay bu vaziyeti ne güzel anlatır:
Akif, Lodos duasıyla eğlendiği için Fatih’te zındıktır. Bazı mısralarında Ziya Gökalp’ı kastettiği zannıyla İttihat ve Terakki’de İtilafçı hürriyetçidir. 31 Mart’a sevinmediği için İtilaf ve Hürriyet partisi nazarında o bir ittihatçıdır. İstiklalimiz kalmazsa mabedimiz de kalmayacağını söylediği için Şişli’de o bir softaydı. Balkan Harbi’nde medeniyete tükürdüğü için saat beş çaylarında o bir geri adam ya da gericiydi. Göreneğe kızdığı için mahalle kahvesinde o bir züppeydi. Mukaddesata inandığı için piyasada, borsada tufandan evvelki adamdı. Meşrutiyette sokağın şuursuz heyecanını beğenmediği için fırkalarda hürriyeti anlamayan adamdı. Harb-i Umumi’nin mütarekesinde “İstiklal” diye haykırdığı için Amerika “manda”sını isteyenlerin indinde, Amerika’nın keşfolunduğunu bilmeyen adamdı. Velhasıl, herkesin işine geldiği tarzda bir Akif’i vardı. Benimki bir tanedir ve şu mısraı söyleyendir:
Şudur cihanda benim en sevdiğim meslek:
Sözüm odun gibi olsun hakikat olsun tek!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.