Osman Akdoğan

Osman Akdoğan

Makam silah mıdır?

Makam silah mıdır?

İnsanın hayatı boyunca elde etmek istediği hedeflerden biri de makam ve mevki sahibi olabilmektir. 
İyi bir makam ve mevkiye ulaşmak elbette kolay bir iş değildir, kişinin o yoldaki merdivenleri göstereceği azim ve gayretle teker teker çıkması gerekmektedir. 

Önüne altın tepside makam ve mevki gelenler ve o yoldaki merdivenleri terlemeden çıkan ham kişiler, oturduğu koltuğu işgal etmekten ve makamının gücünü kullanarak topluma zarar vermekten başka bir işe yaramamaktadır. Pişmeden kutsal emaneti sırtlananlar hem kendilerine hem de sözde hizmetkârı olacakları kişilere bir hayli zarar vermektedir.  Makam ve mevki sahibi pişmemişse ya su sızdırır ya da çatlatır. Çatlak testinin de suyu kalmaz. 

***
Herkes makam ve mevki sahibi olabiliyor; ama herkes o ateşten gömleği taşıyamıyor, makamını karşısındakine karşı silah olarak kullanmaktan asla çekinmiyor. Bu konuda geçtiğimiz hafta sonu şahit olduğum ve bir hayli üzüntü duyduğum anımı anlatmak istiyorum.  

***
Geçtiğimiz Pazar günü Ulus Anafartalar Çarşısı önünden Serhat Kurt yönetimindeki 06 BS 9529 plakalı 349 Araplar- Derbent EGO otobüsüne bindim. Sabah 9.45 sıralarında Denizciler Caddesi’ndeki trafik ışıklarında biraz bekledikten sonra otobüs şoförü normal bir şekilde sola sinyalini vererek güzergâhı olan Adnan Saygun Caddesi’ne dönüş yaptı. Ardından otobüsün arkasındaki 33 plakalı beyaz renkli bir otomobil sürücüsü nedenini anlamadığım bir şekilde kornasına tepki amaçlı basmaya başladı. Otomobil sürücüsü biraz hızını artırarak EGO’nun yanına geldi ve camını açarak başladı bağırmaya, “lan” gibi nahoş ifadeler de kullandı. Ön koltuklarda oturduğum için tartışmaya ben de yakından şahit oldum. 

İsmini otobüsteki ekrandan gördüğüm EGO şoförü, tartıştığı kişiye “Lanlı lunlu konuşma” dedikten sonra ikisi de başladı araç içlerinden birbirleriyle tartışmaya. Olay neredeyse bir anda kavgaya dönüşecekti. Gürültülü tartışma yaşanırken otomobilin ön koltuğunda oturan küçük bir çocuğun olması dikkatimi çekti, bu tatsız olaya tanıklık etmesine ayrıca üzüldüm. Bana göre bir daha haksız olan otomobil sürücüsü, “Ben daire başkanıyım, sana göstereceğim” şeklindeki tehditkâr ifadesini kullandıktan sonra gaza basarak hızla bölgeden ayrıldı.  

Otomobil sürücüsünün “Ben daire başkanıyım, sana göstereceğim” ifadesinden Ankara Büyükşehir Belediyesi’nde görevli olduğunu düşündüm. Otobüsteki diğer kişiler de eminim ki benimle aynı şeyi düşündü. Tabi bu kişinin yalan söylemesi ihtimali de var. Umuyorum ki öyle olsun, bir makam ve mevki sahibi kişinin böyle basit şeylerde dahi gücünü tehdit mekanizması olarak kullanması facia neden olur. “Ben şuyum, ben buyum” diyerek makam ve mevkisini karşısındaki kişiye karşı kullanan yöneticiden bu ülkeye hayır gelmeyeceğini düşünüyorum. Çünkü her zor durumda elindeki bu güçlü kozu kullanarak halkı ya da karşısındaki kişiyi haklı da olsa haksız da olsa ezmeye çalışacaktır. 

Ben burada trafikteki tartışmaya takılmıyorum; çünkü trafikte tansiyon biraz yükseliyor ve sonucunda istenmeyen şeyler olabiliyor. Ancak bir kişinin burada makamlar üzerinden tehditler sallaması hiç normal karşılanacak bir şey değil. Üzüntüm buna. Bu konuda Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Mansur Yavaş’a çağrıda bulunuyorum. Ben o kişinin daire başkanı olacağına ihtimal vermiyorum; ama ola ki o pişmemiş kişiye makam ve mevki sahibi çıkarsa vay halimize. Eğer öyle bir kişiye Büyükşehir’de makam verilmişse hemen alınması dileğiyle.  

***

Bu yazıyı yazarken aklıma geçtiğimiz günlerde kaybettiğimiz Kültür ve Turizm Bakan Yardımcısı Prof. Dr. Ahmet Haluk Dursun aklıma geldi. Bazılarınız okumuştur çok değerli hocamız makam odasına yuva yapan kumruları korumak uğruna makamından ve mevkisinden vazgeçtiği ölümünün ardından ortaya çıktı. Bu hikayesiyle herkesi duygulandırdı. Makam ve mevki sahibi kişilere örnek olan güzide hocamızın o hikayesinden bazı bölümleri müsaadenizle aktarmak istiyorum. Hikayeyi dinleyince siz karar verin makam ve mevki sahibi nasıl olmalı? 

Trafik kazasında hayatını kaybeden Kültür ve Turizm Bakan Yardımcısı Prof. Ahmet Halûk Dursun, Topkapı Sarayı Müdürlüğü yaptığı dönemde makam odasını, avizeye yuva yapan kumrulara terk etmişti.

Ebediyete intikal eden Haluk Dursun yaşananları şöyle anlatmıştı:

Topkapı Sarayı'nda müdürlük yaptığım dönemde, makam odamda otururken bir kumrunun açık pencereden girerek avizenin etrafında uçtuğunu gördüm. Hiç kımıldamadan seyretmeye başladım.

Kumru sanki tavaf eder gibi odanın her tarafında dolaştı, avizenin üzerine kondu, bir süre oturdu. Sonra geldiği gibi uçup gitti. Biraz sonra yanında başka bir kumru ile tekrar geldi.

Bu sefer sanki bir ev (saray) sahibi edasıyla onu gezdirdi. Yeni geleni elinden, (kanadından) tutar gibi aldı ve avizenin içine oturttu. Bir süre koklaştılar. Sonra uçup gittiler.

Ertesi gün ikisi birlikte ağızlarında dal parçacıkları ile geri geldi ve avizenin içine bir yuva kurmaya başladılar. Yuva bir kaç gün içinde kuruldu.

Ben olup biteni hiç ses çıkarmadan izliyordum. Dişi kuş yumurtlama hazırlığı yapıyordu.

Galiba onlar da beni izliyordu ki, hiç tedirgin olmuş gibi görünmüyorlardı. Buna karşılık dışarıdan odaya başka birisi girince, hemen ürküp pencereden kaçıyorlardı. Baktım olmayacak, makam odamı onlara bırakıp hemen karşıda bulunan küçük bir odaya geçtim.

Bir gün televizyon çekimi için Topkapı Sarayı'na gelen gazeteci dostum rahmetli Savaş Ay, “hocam niye bu küçücük odada oturuyorsun” diye sordu.

“Ben hâlden anlarım, bir kumru arkadaşım sevgilisine, “ben seni saraylarda yaşatacağım” diye söz vermiş, insan yuva kurana yardımcı olmaz mı” dedim.

“Hocam ne olur göster şu yuvayı bana” dedi ve kapıdan odadaki yuvanın fotoğrafını çekti.

Ertesi gün beni Ankara'dan arayan arayana... “Derhal makam odası açılsın, kumruların yuvası dağıtılsın, saray bakımsızlıktan perişan olmuş görüntüsü verilmesin” dediler.

Meğer Savaş Ay haber yapmış bizim kumru hikâyesini...

Hemen aradım, “üstad sen ne yaptın” dedim.

“Hocam bu kadar güzel malzeme (haber) buldum, yazılmaz mı Allah aşkına” dedi.

“Gazetede sabah toplantısında anlattım, herkes ayağa kalktı ve seni alkışladı” diye ilave etti.

“Sadece gazete değil, Ankara da ayağa kalktı sayende” diye cevap verdim.

Şimdi ne yapacaktım? Çifte kumrulara kol kanat gerip onların saadetlerini korumaya mı çalışacaktım, yoksa odayı kullanıma açarak bir yuvanın dağıtılmasına mı neden olacaktım?

Bir şekilde, ya ben makamı, ya da o kumrular makam odamdaki yuvalarını kaybedeceklerdi.

Akşama kadar Bakanlıktan beni aramayan kalmadı...

“En azından yumurtadan yavru kuşlar çıksın, uçup gidene kadar bekleyelim” diye düşündüm.

“Ben yuvayı almam, siz beni görevden alın isterseniz” dedim.

Ertesi gün yuvaya bakmaya gittim ki ne göreyim, yuva yerinde duruyordu ama kumrular yoktu.

Yuva yerinde durmasa, “birisi kuşları ürküttü, kovaladı” diyecektim. Hâlbuki yuva yerli yerinde duruyordu. Kumrular sanki durumu hissetmiş ve sessizce çekip gitmişlerdi. Bir daha da hiç gelmediler.

Ben daha sonra Topkapı Sarayı'ndan Müsteşar ve Bakan Yardımcısı olarak Ankara'ya gittim.

“Kuşların yuvası dağıtılsın, makama sahip çıkılsın” diyenlerin ise hiçbirisi Bakanlıkta makamlarında kalamamıştı.

Muhakkak ki, biz de bir gün bu makamlardan uçup gideceğiz. Kuşlar ise hep sevmeye, uçmaya ve yuva kurmaya devam edecek.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
SON YAZILAR