Kuvvetler Ayrılığının Devlet Bütünlüğüne Etkisi
Başkanlık sistemine ve bu sistemin uygulanması sırasında halkın endişe duyduğu bir noktayı değindik. Bu nokta iktidarın başkanlık sistemini istismar ederek bir dikta yönetim tarzına olan eğilimiydi. Bunun çözümü kuvvetler ayrılığından geçmektedir. Bu yazımda kuvvetler ayrılığından bahsedeceğim.
Kuvvetlerin bir elde toplanması, bir taraftan yönetimin gücünü arttırırken, otoritesini sağlamasına yardım ederken, diğer taraftan bu gücün ve otoritenin istismarına ve devam eden süreçte diktatörlüğe zemin hazırlamaktadır. Bu nedenden dolayı 18. yüzyıldan bu yana, siyaset dünyasında, kuvvetlerin bir elde ve yahut bir merkezde toplanması büyük tepkilere neden olmuştur. Buna bağlı olarak kuvvetler ayrılığı prensibi savulmaya ve uygulanmaya başlanmıştır.
18. yüzyılda, Fransa’da monarşinin otoritesini yıkmak için bu fikirler ortaya atılmış ve savunulmuştur. Özellikle Montesquieu’nun “kuvvetlerin bölünüşü ve ayrılışı” hakkındaki fikir ve düşünceleri, siyaset dünyasını karıştırmış ve anayasanın düzenlenmesinde çok etkili olmuştur. Montesquieu, devlet kuvvetlerini, yasama, yürütme ve yargı olarak üçe ayırıyor ve bunların bir diğerlerine karşı bağımsız olmasını sağlamaya çalışıyordu. Böylece yürütmenin gücü ve otoritesi azalacak, yasama ve yargı kuvvetleri daha serbest hareket edecek nitekim siyasi baskılar azalacaktı.
Montesquieu’nun bu fikirleri dünya da kimi yerde az, kimi yerde çok yankısını buldu. Devletler, kendi öz şartlarına uygun olarak, bazen kesin, bazen de ılımlı hareket ederek kuvvetler ayrılığını gerçekleştirmeye yöneldi. Bizde ise Meşrutiyet fikri ve hatta Tanzimat’ın kaynağında bu fikir yatar. Fakat her ülkede olduğu gibi bizim ülkemizde de yönetim, genellikle bu fikre karşı duracaktı. Şöyle bir yorum yapılabilir ki, devlette otorite buhranı arttıkça kuvvetlerin toplanması, aksine otorite güçlendikçe de kuvvetler ayrılığı fikri, süreli olarak ortaya çıkacaktır.
İstiklâl Savaşı’nın zor şartları içinde kurulan Türkiye Büyük Millet Meclisi, o zaman haklı olarak kuvvetlerin toplanmasını istemiş ve hatta 1924’te hazırlanan ve kabul edilen Teşkilât-ı Esasiye Kanunu tamamı ile bütün kuvvetleri ve yetkileri Büyük Millet Meclisi’nde toplamıştır. Zamanla ülkede istikrar ve sükûn sağlandıktan, tehlikeler giderildikten sonra, yavaş yavaş siyasi zeminde kuvvetler ayrılığı fikri güçlenmeye başlamış ve nitekim1961 Anayasa’sı ile bu fikir, şiddetli bir tepki ile ortaya çıkmış, kuvvetler ayrılığı fikrini kesin bir tarzda savunan bir rejim, ülkemize hâkim olmuştur.
Eğer bu tespitlerimiz doğru ise, rahatça denebilir ki, kuvvetlerin ayrılması fikri, belki bir tarihî gelişmeden çok, milletlerin içinde yaşadıkları şartlara göre, otorite karşısındaki süreli tavırlarını ifade etmektedir. Ülke ve millet bütünlüğü tehlikede ise, ülkede bir otorite buhranı var ise, yine ülkede sosyal, ekonomik, kültürel ve politik çatışmalar içinde iç huzurdan uzaklaşmışsa, sosyal adaletsizlikler, sosyal güvensizlikler içinde toplum bunalmışsa, kuvvetler ayrılığı fikri ve ilkesi soysuzlaştırılarak her kuvvet kendi başına birer devlet olma eğilimi içinde hareket ediyorsa, aralarında ahenk ve iş birliği kurulamıyorsa, biz istesek de, istemesek de cemiyette otoriteye ihtiyaç artacak ve kuvvetler ayrılığı ilkesi tehlikeye girecektir. Buna belki demokrasinin, bazı durum ve şartlarda yozlaşması denilebilir.
Şuna dikkat edilmeli ki, toplumların otorite ihtiyacı, değişik kadrolar elinde, farklı biçimde yönlendirilebilir. Bazı kadrolar gerçekten, bu ihtiyacı değerlendirerek demokrasiyi kurtarırlar, bazıları da bu ihtiyacı sömürerek kara ve kızıl renkli diktatoryalara doğru yol alabilirler. Görüyoruz ki, mesele, yine insan meselesidir. Namuslu ve inanmış kadrolara sahipseniz, kuvvetlerin ayrılığında da kuvvetlerin toplanılmasında da ülke ve millet fayda görebilir. Aksi durumda, hangi prensibi savunuyorsanız savununuz, ülke ve milleti zarardan kurtaramaz, belki içinde çıkılamayacak bir buhrana götürebilirsiniz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.