Kobani gerçeği ve idrak gecikmesi
Osmanlı Devleti, üç kıtaya egemen olmuş, ayak bastığı ve gittiği her yere, ahlak, adalet ve medeniyet götürmüştür. Osmanlı’nın egemen olduğu coğrafyada canlı izlerini her an bulmak, görmek mümkün. O muhteşem topraklar üzerinde irili ufaklı altmış küsur devlet kurulmuş olmasına, aradan geçen hain rüzgârların esmesine rağmen izleri silinmemiştir. Osmanlının sonunu hazırlayanlar, önceleri kolay kandırılan ve tuzağa düşürülen tebaayı isyana kışkırttı ve ayaklandırdı. Emellerine ulaştıktan sonra o topraklarda yaşayan insanlara ve torunlarına, aradan geçen bir asırlık zamana rağmen vaat ettikleri huzur ve mutluluğu asla verememişlerdir.
Osmanlı coğrafyasında emperyalist güçler, değil huzur ve mutluluk, insan onuruna yakışan hiçbir adım atılmasına, insani hayat tarzına bile izin vermemişlerdir. Osmanlı coğrafyası, aradan geçen uzun zamana rağmen hala geçmişine ağlamakta ve gözyaşı dökmektedir. Yolu Balkanlara düşenler yakinen bilirler. Osmanlı gerçeğini bizzat gözleriyle görmektedirler. Başta Balkanya olmak üzere Kuzey Afrika, Ortadoğu, Hicaz Bölgesi, Kafkasya hasretle Osmanlıyı aramakta ve yanmaktadır.
İşin garip ve anlaşılmaz yanı ise en mağdur ve mazlum insan toplulukları Osmanlı coğrafyasında hayatlarını sürdürmeğe çalışmaktadırlar. Son on yıldan beri sürmekte olan Irak, Suriye, Filistin, Lübnan’ın bulunduğu coğrafyada akan kanlar, giden canların hepsi Osmanlı bakiyesi, Osmanlı torunlarından başkası değil.
Sözün burasında tarihin kaydettiği, toplumun hafızasından silinen bir gerçeği hatırlamakta yarar var. Osmanlı, fethettiği topraklara medeniyet götürmüştür. Osmanlıyı çeşitli tuzaklarla içten ve dıştan yıkmak için plan ve programlar yapanlar ise gittikleri yerleri hep yakıp, yıkmışlar ve gözyaşı bırakmışlardır. “Üzerinde güneş batmayan ülke” diye anılan ve Osmanlının ezelî ve ebedî düşmanı İngiltere, işgal ettiği toprakları en küçük hücresine kadar sömürmüş, arkasında yıkım bırakmıştır.
Emperyalizmin baş aktörü, tarihin zalim ve sicili bozuk devleti İngiltere, tarihten gelen alışkanlıklarını günümüzde ısrarla sürdürmektedir. İslâm ümmetini halifesiz bıraktıktan sonra, masa başında cetvelle çizdiği sınırlarla ürettiği asaletsiz, medeniyetsiz, geleneği olmayan devletçiklerle Ortadoğu’da hala kan akıtmağa devam etmektedir. Bunun en çarpıcı son örneği IŞİD ile Irak ve Suriye’de ara vermeden emellerini sürdürmektedir. IŞİD, bir İngiltere ve ABD ortak yapımıdır. IŞİD’in icraatları asla İslâm’a mal edilemez. İslâm’a ait medeniyet bakiyeleri olan camileri, türbeleri, medreseleri yakıp yıkan, kelle kesen insan güruhu, adı ve gayesi “Barış” olan muazzez, mübarek, mukaddes İslâm dinine mensubiyeti tartışmalıdır.
ABD’nin Irak ve Suriye’de başlattığı ve halen sürdürülmekte olan iç harp, IŞİD ile bir başka boyut kazanmış bulunmaktadır. Barış ve huzur adası olan Türkiye’yi savaşın içine katmak için düzenlenen planın bir parçası olan IŞİD ile bir taraftan yirmi birinci yüz yılın parlayan yıldızı İslâm birliğinin önünü kesmek, İslamafobia karalamasını güçlendirmek amaçlanmaktadır. Öte yandan Irak savaşı ile ele geçirdikleri petrol kaynaklarını emperyalist emelleri doğrultusunda uzun süreli ve elde sürekli tutmak amacıyla savaş körüklenmektedir.
Irak ve Suriye’de sürdürülen ve ne zaman sona ereceği belli olmayan savaşın taraflarından biri olmak için can atan içimizdeki hainler gözden uzak tutulmamalı. Kürt ırkçılığı üzerine hayatlarını devam ettiren, özellikle çözüm süreci ile iyice palazlanan, şımaran, gözü kapalı ve idrak gecikmesi içinde bulunan PKK’nin siyasi versiyonu, Kobani bahanesiyle iç barışı sarsmaktadır. İmralı canisinin kof düşüncelerinden başka idrak ve düşüncesi olmayan bu fikir fukarası zavallılar ne tarihten ne cereyan eden hadiselerden kendilerine ders çıkarmamakta ve geleceklerini karartmaktadırlar.
Geçen yılın Mayıs ayında Ankara’dan başlayan, Kahramanmaraş’ta sona eren Güneydoğu vilayetlerimize on günlük bir kültür gezisine katılmıştım. Diyarbakır programı esnasında dostlarla sohbet ederken, Dicle Üniversitesinde görevli bir öğretim üyesi ile konuşma imkânı buldum. O öğretim üyesinden dinlediklerim, tüylerimi diken diken etti. Kavi bir Müslüman olan o dostum, kendilerinin İslâmcı olduğunu ama PKK denilen mendebur örgütün amaçlarını benimsediğini, gelecekte bölünmenin kaçınılmaz olduğunu söyledi.
Kendisine bazı tespitlerimi aktardım. “On günden beri Güneydoğu’da seyahat ediyoruz. Konakladığımız yerlerde hazırlanan program dâhilinde, yetkili rehberler eşliğinde tarihi mekânları ve nadide eserleri ziyaret ettik. Diyarbakır başta olmak üzere öteki şehirlerimizde muhteşem tarihi eserleri gördük. Söz konusu eserlerin kimlikleri anlatılırken Bizans, Selçuklu, Artuklu, Emevî veya Osmanlı olduğu söylendi. Bölgede Kürtlere ait bir taş bile gösterilmedi. Bu bölgede tarihte iz bırakmamış bir kavim için neye dayanarak bölünmeden söz edebiliyorsunuz?” dedim.
İslâm dininde ırkçılık men edilmiştir. Ama benimle konuşan Müslüman kürt kardeşim kürtçülükle Müslümanlığı bir arada götürmek için gayret içindeydi. Müşahedeme cevap vermek yerine suçlamayı tercih etti. Elbette böylesine önemli bir müşahedeye cevap veremedi.
Kurban bayramı tatilinde önemli bir haber gözden kaçtı ve kamuoyunda yeteri kadar makes bulmadı. Barzani öncülüğünde Irak’ın içine düştüğü parçalanmadan yararlanarak, kendilerine otonom bir devletçik kuruldu. Şimdi Kuzey Irak Kürt bölgesinde yüzlerce şirket iflas ediyor. Barzani çalıştırdığı personeline maaş ödeyemedi. Para açığını kapatmak için Türkiye’ye sığındı. Petrolü ucuza pazarlayarak sıcak para temini yoluna gitti. Son derece önemli bu haber ne yazık ne ekonomistler, ne kıymetli kalem erbabı tarafından ele alınıp yorumlanmadı. Barzani, iflasın eşiğinde. Türkiye’deki ırkçı kürtlerin rol model olarak benimsedikleri Barzani ayakta durmakta zorlanıyor. Yıkılmanın eşiğinde. Çarpıcı ve çıplak gerçeği kürt kardeşlerimiz ne yazık biliyor, ama kabullenmek yerine vandallaşmayı tercih ediyorlar.
Devlet geleneği olmayan, dolma akılla, kuklacının ipleriyle görüntü veren idrak gecikmesi içinde bulunanların amaçlarına ulaşmaları mümkün değil. Bunu tarih böyle yazıyor. Elbette sonuç, en doğruyu bilen külli iradenin sahibi Allah’a aittir.
G Ü N Ü N H İ K M E T İ
“Anadolu’nun biri maddi, öbürü manevi iki unsuru, bugün perişandır: Tarihi ve tabiatı. Tabiatla tarihin her ikisi üzerinde, dimağını işletecek olan nesil, bu rönesans’ın mübeşşiri olacaktır.”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.