Hüseyin Çolak

Hüseyin Çolak

Karda kalan izler

Karda kalan izler

Kaderle sıvanmayan maarif takvimleri süslüyor kireç yüklü duvarları. Sararan sonbahar yaprağında taşları parçalayan toynakları var dağ atlarının. Gökyüzü rengine boyanan gözlerini andırıyor kanadında karanfil biriktiren kumrular. Yüzünün hizasında haylaz bir çocuk, hayaller kuruyor bitmek bilmeyen.

Mamur bir yalan, kadim bir söylence, muhkem bir rivayet gibi dururdu zaman, adımları sayılı adamların umutları ömür sarmalıyla sargılı olmasaydı. Hesabı tutulur muydu huysuz gecenin koynunda uykusu yaralı düşlerin? Fırtınasız dalga olurdu gözlerin sularda, gelsen de gem vursaydın akrebine saatlerin.      

Kelimelerin küskünlüğüdür kuşlar. Yazgı, şiire dönüşür kanatlarında, göç nöbetleri ateşten ve sudan gövdesine vurdukça. Bir Yusuf uçurumunda bırakır dolgun başaklardan koparan rüzgâr, gelse ay ışığına benzeyen yüzünün mevsimi. Çoğalan göğüs kafesine çarpa çarpa Saba Melikesi Belkıs’ın Hüdhüd hızında.

Annedir kuyu Yusuf’a sunulan, akkor kırbaların öğüdü. Bahardır anne Yusuf en asude sudan da masum, kâbusların kundağı kabirlerde. Saatlerin kadranı mahzen, bayındır evleri barındıran. Terk eder hoyratlığını yılları andırır bir susuşla. Kırlangıçlar alçaktan uçuyorsa havalar soğuyor derdi hep annem.

 Dokun ey Yolcu! Tılsımı bozulsun okyanusu andıran düşlerin, dağılsın sisleri göklerin. Bir yanın mahzun, kasırga öbür yanın. Suyla tanış yolcu, ellerin parıldasın. Yoruldun denenmekten, yarının yakın. Ateşte yanma sakın, sende yansın ateş. Ateşi yak, ateşi gör, ateşi tut, ateşe yürü Musa’nın Tuva’ya göçtüğü gibi. 

Ayakları yeryüzü olan rahlenin üstüne düşür gölgeni. Kor ateşten yaman bil, dünyanın koynuna girmeyi. Bitkin bir gülün en diri kalan yeri dikenidir, ucu paslı bir iğne gibi, kanatır kendine dokunan elleri. Puslu bir mevsim gibidir hayat. Pusuya açıkta yakalanırsın, gözleri kırlangıç fırtınası bir avcı, koyuverse sınır okunu gövdende.

Sırılsıklam bir suskuydu gülüşün, acıya zeyl olunca kırgın gözlerin. Söyle kim tanıktır yüreğine şimdi? Güllerden bir gökyüzü biriktirmiştim sana. Hangi gülün alevi yalar tenini? Gölün kıyısında bir adam güle ve göğe bakarken nazlı bir söğüt dalı gibi salınırdı ölüm ki tahtadan kolları vardı ölümün.

Ne zaman serin bir rüzgâr sürüklese sesimi, donuk ve duru bir ölümü andırırdı ağaçlar. Beyaz, sade, dingin ve de yalnız o mezar taşlarını görürdüm. Kim bilir evlerimizin avlusuna koyulsa, yaşamak zehrinin tiryaki olurdu hızla sağaltan ardı ardına gelen ölümleri.  

Çocukluğuma dair bir çayır kokusudur özlediğim bir de annemin ‘çakır’ diye ardımdan seslenişi. Şehirde gezen, nehirde yüzen çocuklara özenirdik hâlbuki. Gökyüzüne taş atan, avuçlarına yıldızlar dolan çocuklardık. Kırağı ayazı zifiri karanlıklarda denize akardık ırmaklar gibi. 

İsmin siliniyor mevsimlerden, gözyaşların akıyor ucu kıvrık sayfalardan, kanıyor elin kurumuş bir çeşmenin kurnasında.  Sırrım, gizli hazinem, süzülen yalnızlığım satırlardan, kapanmayan yaram, tuttuğum günlük, tutunduğum öykü, baktığım ırmak yağmurdan sonra. 

Küf kokusu soğurmuş, sırılsıklam terlemiş anılarına bakan duvarların yüzü. Büyürken yalnızlık denen ur; buruk uğultu, acımsı soluk, kekremsi nefes, mütemadiyen kendine bükülen kent diye tanımlı lügatlerde. Soğuk bir iklimden geliyor gibi sesin, belli ki üşüyorsun. 

 Küllenen aşklar emiliyor derinde, vebanın kemirdiği damarlar gibi vefa söylencesi, yıllara direnmek nafile. Karda izler bırakacak kadar çaylak yürüyüşün, usulca okşuyorsun ayak izini, uçuşup duruyor kıvılcımlar, yangınlar sıçrıyor gülüşüne. Şiirin intihar teşebbüsü diyorlar kuşların uçuşuna bu şehirde. 

Ördüğüm ankebut evleri, uykularımı böler düşümde gördüğüm güvercin türküleri,  hayallerim düğüm düğüm, umutlarım kördüğüm. Nereye dönsem orada sen, kime baksam sana benziyor. Deniz sanki sen, bahar sende açar yeniden. Dön gittiğin gurbetlerden, yine kaçıp sana saklanayım karanlık bastırınca erkenden. 

Anla artık katlanacak neyi kaldı dünyanın, deli taylar gibi cesur değilim. Dilim viran, göğsüm harabe. Bahçemde kadim yıkıntılar, sesim ısırgan, hecem baldıran. Hücre hücre tükendi hazine. Şaşmaz bir tanıklığa hazırlanıyor, sicim sicim soyunan derim. Anla, bıçağın biçiyor yolumu, içimde ötelerin saklı kalan şarkısı yine. 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum
SON YAZILAR