Kalbin Halleri
Tükendi ırmak, parmak uçlarına yağan yağmur. Kokladın gülü, sokağı adımladın. Eskidi dokunmaktan avuç içlerin, tabanında karasu. Ağrıya yenildi ayakucun, kırıldı kapının kulpu. Unutuldu aynada soluğun. Eski bir hikâyedir, kapanmaz yarası canın toprakta.
Bir ses yankılansın artık kentin bulvarlarında; duvarlar sağır, kaldırımlar ketum. Mezarlıklar ıssız, minareler kaygısız: Haydi! Oyalama artık beni dünya. Yolum uzun, azığım eksik. Zaman sofrası cömert değil; kıyamet teklifsiz, ecel ansız.
Duadan güzel ne var bu dünyada? Sen kalbini korumaya al. Zira çağın hastalığı kalbin korunaksız oluşunda gizlidir. Kalbin kaim olsun daim. Cennet aklın değil kalbin ucunda saklıdır. Talan edilmiş vakitlere ayarlı nefeslere bağlama son umudunu.
Hüseynilerin kaderi Kerbela; kederi, suya olan iştiyakıdır. Ancak sular çekilince; çakıl, köpük ve inci ele verir kendini unutma. Bir de yâd-ı matem değildir her hatırlanma. Meşrebi hasret olanın maşrapası sudan yoksundur.
Kelâmı ihmal etme lâkin hâl ile yetin. Lâl ol da malum olmasın sıkletin. Her şiirin bir hikâyesi vardır ama her hikâyenin bir şiiri yoktur. Hayat bir şiirin hikâyesidir, bir hikâyenin şiiri değil. Hikâyenin sonunda; tene müşfik, taşa haşin bir bıçağı olsun şefkatinin.
Azığı tezat olan bir nizamdır zaman. Bozgunlar geçirdin, nice talana tanık oldu bahçen, hummalı bir bağ bozumu gibi telaşların da bitti. Nerededir iklimlere yön veren kirpiklerin? Gül ve şehir yerine köprüler taşımayan, kül ve nehir geçtiklerin.
Her gün bir virgüldür geceye, uzun bir cümlede noktası unutulan. Kim silebilir şimdi, gümüş bir bileklik gibi saçlarının örgüsünden süzülen ak sicimleri? Aynı yağmurda ayrı ayrı ıslanmak da neydi? Yarım gram günahla sınandın diye nedir bu savrulman?
‘Sen benim için artık dokunurken avucumdaki nasır yüreğine zarar verir mi kaygısını taşıdığımsın’ diyen bir gönle çıkar mı yolun? Kalbine kına yakan ol saçından önce. Neyi sevdinse geçit vermez uçurum, karanlığa kaçıyorsun akşam olunca. Göğsündeki ağrı ele veriyor seni.
Gerçeğe talip oldunsa, bedelini ödemeye de hazır ol. İsminden çok yarasından bilinir insan. Sen yarandan haber ver, bir haber vermek istersen. Hatırla toprağın öğüdünü ki toprak yutan elemandır yaşamak denkleminde.
Bıçak yarasından, zehirli kamadan, hançer ağrısından, akrep sokmasından, dört bir yanı ateşle dağlanan çelik parçasından yeğ bil yalnız sana özgü olan bu hayat memat sınavını. Minarelerden sarkan salâ yerine heybesine gece biriken rüzgârın zikrine tutun.
Bir panayırdır dünya ya alınıp ya satılan. Hesabını kavi tut ki kârlı çıkasın bu alış verişten. Zarar hanen yüklü, bakiyen ekside ise şayet o zaman kara bulutların ne indireceğini bekle gökyüzünden. Oysa dokur bulutlar göğümüzün gölgeliğini. Cemredir ömre dokunan bahar.
Bilirim, her gece kalbinin kanatlarına bir karanfil sokulur. Merhamete açılan kapıların var oldukça gün döner endamında tövbenin. Göğün ağrısı böğründe sızlar, seher zülfünü tarayan nazlı bir rüzgâr. Zamanıdır şimdi, bin Yusuf şiddetinde olsun artık yüzündeki ar.
Bir güneş tutulması kasveti kaplıyor ekranını. Oysa kalbini biliyorsun taşın, asanın, denizin ve Musa’nın. Hüznünden bile incinir İsmail’in teslimiyeti. Ayı tam ortasından bölen gecenin sırrı değil, temelden kayan dağların yankısıdır.
Bir yarım ömürdür yaşadığın, öbür yarısı aramakla geçirilen. Hızla akıyorsun; inançların, aşkların ve tuzakların ardı sıra geçtiği beyaz perdeden. Yalınkılıç içinde koşan atların üzengisinde devrilen putların altında eziliyor gövden.
Kırılır cam fanus, söner ışık. Saçılır inciler, incelikler, incinmeler. Toplanır dağılan parçaları zamanın. Çarpar çürüyen kalbine çözümsüzlükler, vakitsiz çözülmeler. Nedir bu büyük yangın? Açılan esrarı değilse hayat sandukasının.
Tükendi kelimeleri gurbetin. Yayılan dumanını gördün bütün harabelerin. Nerede memleketin, hasretin? Gezerek bütün kentlerini yeryüzünün, var olmak kahrından geçtin. Irmaklar kaygıyla nereye akar? Toprağa düşen tohumla bildin.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.