İstanbul sözleşmesi veya kadına şiddet nasıl önlenir?
Elbette İstanbul Sözleşmesi ve kadına şiddet nasıl önlenir, sorusuna cevap vereceğiz. Bundan evvel acaba hiç kendimize sorduk mu, modern hayat tarzı dediğimiz, yaşadığımız zaman dilimi bize neler verdi veya neler götürdü? Ne kadar birbirimizi seviyor, saygı duyuyoruz? Kurban Bayramını idrak ettiğimiz şu günlerde bayramların anlamı olan kardeşlik, dostluk, barış, sevgi, saygı, paylaşmak, yardımlaşmak gibi İslami ve insani değerlere ne kadar önem veriyoruz? Yoksa sadece lafını mı ediyoruz? Bu değerlerin önemli ölçüde ne kadar yıprandığını veya yok olduğunun farkında mıyız? Doğru, hayatımız kolaylaştı, peki insani değerler ne durumda? Bu değerler hayatımızda ne kadar etkin? Ne kadar önemli? Bu değerlerin uygulanıp uygulanmadığının sorgulanması, bu değerlerin yok edilmesi için her türlü gayretin gösterildiğini görebiliyor muyuz? Peki, tedbir alıyor muyuz? Yoksa bize dayatılan sözleşmeler doğrultusunda daha mı kötüye gidiyoruz?
Gün geçmiyor ki, kadına yönelik şiddet, kadın cinayetleri, kapkaç, soygun, vurgun, uyuşturucu haberlerini okumayalım, duymayalım. Tabidir ki bunları tek bir nedene bağlamak mümkün değil. Bununla birlikte nedenler arasında; yetersiz eğitim, asla kabul edemeyeceğimiz gelenekler (töre cinayetleri, çocuk gelinler vs.) modern yaşamın getirdiği çarpıklıklar ve dış dünyanın etkilerini sayabiliriz.
Kadına yönelik şiddet tahmin ettiğiniz gibi sadece bizde olan bir olay değildir. Dünya Sağlık Örgütünün raporuna göre; Batı da her altı kadından birinin aile içi şiddete maruz kaldığını, intihar, taciz, tecavüz ve uyuşturucu kullanımının hat safhada olduğu ifade edilmektedir. Yani bizde ne varsa Batı da bunun fazlası ile var olduğu bir gerçektir. Elbette bizi ilgilendiren bizim insanımız.
Peki, hiç düşündük mü, Uzay Çağını yaşadığımızı sanırken, cahiliye dönemini yaşadığımızı! Kız çocuklarının diri diri toprağa gömüldüğü, kadınların son derece, hakir, itilen, kakılan, bir mal olarak görüldüğü cahiliye dönemi ile şimdiki dönem arasında ne fark var? Bu gün niye böyleyiz? Kadınlarımızın hayatını bu kadar önemsiz hale getiren teknolojik gelişimin getirmiş olduğu sorumsuzluklar mı, eksikliklerimizi, noksanlıklarımızı, acizliğimizi, zavallılığımızı kadına yönelik şiddet ile mi kapatmaya çalışıyoruz, İslam’dan uzaklaşmak mı yoksa hepsi mi?
Göçebe toplumlarını hatırlayın, kadın tüketici konumda, hiç değeri olmayan, ikinci sınıf durumundaydı. Peki, bugün kadın, ekonomik bir obje, makyavelist (çıkarcı), manevi ve ahlaki erdemlere sahip olabileceği dahi tasavvur edilemeyen, reklam aracı, bir durumda görülmüyor mu? Modern, çağdaş, medeni dediğimiz hayatta, cahiliye dönemi, göçebe toplumların hayatını yaşamıyor muyuz? İnsani olmayan, böyle bir modern hayat olmaz olsun demiyor muyuz?
Oysaki İslam, yüzyıllarca evvel, kız çocuklarını diri diri toprağa gömülmekten alıp, cenneti ayaklarının altına sererek kadına verilecek değeri göstermemiş miydi?
Kadını öncelikle, “İnsan” olarak görmemiz gerekmiyor mu? Ve Kuran-ın söylemi ile insan, “yaratılmışların en kutsalı” olarak değerlendiril miyormu? Kura-ı Kerim kadın ve erkeği eşit bir varlık olarak kabul ettiğini hepimiz biliyoruz. Ve Alla(c.c) kadın ve erkeği birbirlerine daha huzurlu bir hayat için eş olarak yaratmadı mı? Ve İslam’ın feminizmin oluşması için kadın karşıtı her hangi bir söylemi olmadığı gibi, kadının hak etiği yer de olması için birçok ikazları, tavsiyeleri, ilahi emirleri mevcut değil mi? Örneğin Peygamberimiz, “sizin en hayırlınız eşine en iyi davrananlardır.” Kendisini örnek göstererek te, “İçinizde eşine en iyi davranan benim” buyurmuştur. Peygamberimizin kadına yönelik davranışların nasıl olması gerektiği konusunda ki vasiyeti olan Veda Hutbesini hatırlayalım; “Ey insanlar! Kadınlarınızın sizin üzerinizde hakları olduğu gibi, sizin de onlar üzerinde haklarınız vardır. Kadınlara en güzel şekilde davranın zira onlar sizin himayeniz ve korumanız altına girmiş kimselerdir. Sizler onları Allah’ın emaneti olarak aldınız. Kadın hakları konusunda Allah’tan korkun. Ve onlara karşı en güzel şekilde muamele edin.”
Bu konuda İslam’ın ana kaynakları olan Kura-n ve sünnete baktığımızda asıl hedef; “kadın ve erkeğin bütünleşmesi, ayrılığı ve parçalanmayı asla tasvip etmeyen, aile yaşamında kadın ve erkeğe belli görevler yüklenmiş bir hayat tarzını benimsetmektir”. Dolayısı ile gerek Peygamberimizin yaşadığı dönemde, gerekse kendi hayatında, sözlerinde, kadına yönelik en ufak bir baskı ve şiddet söz konusu bile olmamıştır. Aksine İslam’ın bütün öğretilerinde kadına yönelik nezaket, saygı, sevgi ve hoşgörü mevcuttur. Hatta Peygamberimiz, mescidin bir kapısını kadınlara tahsis etmiş, bayram ve Cuma namazlarına iştirak eden hanımlara özel konuşmalar yapmıştır. Allah kadın ve erkeği birbirlerini tamamlayan, birbirlerinin ayıp ve kusurlarını örten bir bütünün parçaları olarak yaratmıştır. Kuran-ı Kerimde; “Kadınlar sizin için elbisedir, sizde kadınlar için” buyrulmuştur. İslam’da üstünlük diye bir şey yoktur. Üstünlük takva iledir. Yani kim Allah ve Resulünün emir ve yasaklarını hayat haline getirirse üstün insan o dur, kadın ve erkek olmak üstünlük nişanesi değildir.
Peki, o zaman hala biz neyin derdindeyiz? Neyi tartışıyoruz? Derdimiz kadına yönelik her türlü şiddet ve istismarı önlemek değil mi? İslami bilinç ve şuurun yerleşmesi hayat haline gelmesi için neyi bekliyoruz? Eğitim sistemimizden tutunda hayatın her alanında gerekli çalışmaları yapmak için bunca ölüm, taciz, şiddet yetmedi mi? O zaman kolları sıvayıp, “Ya bismillah” deyip geç olmadan konu ile ilgili çalışmalara başlanması gerekmiyor mu? Elimizde bu kadar mükemmel ilahi kaynaklar, emir ve yasaklar, öğütler, nasihatler, tavsiyeler, uyulması veya uyulmaması gereken ilahi kurallar varken, biz ne olduğu belirsiz, toplumun ve aile düzeninin temeline dinamik koyan İstanbul Sözleşmesine mi sarılacağız? Bu asla kabul edilemez. Üzüntümüz bu sözleşmenin, hiç ummadığımız kadın dernekleri tarafından ve beklemediğimiz bazı kesimlerce savunulur hale gelmesidir.
Bu sözleşme yaklaşık dokuz yıldır kadınların hangi sorununa çözüm oldu? Veya kadınlara yönelik haklar konusunda ne kazandırdı. Tam aksine kadına şiddet olayları artmaya devam etti. Üstelik bu sözleşme sadece kadına yönelik şiddetle ilgili olmadığını, içinde asla kabul edemeyeceğimiz maddelerin bulunduğu da bir gerçek. Geçmiş yazılarımız incelenirse bunları tek tek dile getirip çekincelerimizi yazdık. Ama gerekirse gelecek günlerde yine bunları tek tek açıklar bu sözleşmenin sakıncalarını tekrar anlatırız. Maalesef ülkemizde garip bir tutum var. Bir grup o kadar hararetli bir şekilde bu sözleşmeyi kadına şiddeti engelleyecek düşüncesi veya başka nedenlerden dolayı destekliyor ama “hiçbir şey göründüğü gibi değildir” gerçeğini unutuyorlar.
Özetle; kadına şiddet ve taciz, çocuklara taciz konuları maalesef ülkemizde ciddi bir yara. Acilen çözülmesi gereken de bir konu. Kısa vadede cezaların idam dâhil caydırıcılık özelliği olacak şekilde artırılması elzemdir. (Bir adamın kendisini reddetti diye bir kadının bütün ailesini katletmesine idamdan başka hangi ceza verilebilir? Veya buna benzer olaylar. Bir de devletin bunları içeride beslemesi vicdani bir yara)
Uzun vadede çözüm ise yukarıda ifade ettiğimiz gibi İslam bilinç ve şuurunun toplumun bütün katmanları tarafından benimsenmesi konusunda ciddi çalışmalar yapılmasıdır.
Bu vesile ile geçmiş Kurban Bayramınızı tekrar kutlarken, bayram günlerinde kadına yönelik şiddet ve tacizi tekrar dile getirelim istedik. Selam ve dua ile.
İsmet Taş – İç Anadolu Birliği Genel Başkanı
Dünya Muhabirler Birliği Türkiye Başkanı
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.