İnsana Yaşantısı Gibi Ölüm Nasip Olur
İnsan nerede, nereye ve nasıl bir ortama doğduğuna şöyle bir baksa… Doğarken sıkıntı çekenlerin çilesi, doğduktan sonrada devam eder mi? Ya da kolay doğanların kolay mı geçer hayat yolculukları da. Doğum şekilleri ve biçimlerimiz yaşam biçimlerimizi de belirler mi? Anatomik olarak böyle bir tezi savunmanın bilimsel ispatı var mıdır bilmiyorum.
Ancak insanın doğduğu ortam olan; aile, çevre, eğitim, kültür, gelenek, görenek, coğrafi ve demografi gibi etkenlerin kişiyi şekillendirip biçimlendirdiği inkârı mümkün olmayan bir realitedir. Yani biraz da doğduğumuz ortamlardan alıyoruz şahsiyetimizi dersek, yanılmış olmayız.
Diğer taraftan insanların yaşamlarını; inançlar, ahlaki kurallar ve yetişme şartlarının getirisi olan değerleri belirler. Zira her türlü davranışın şekillendiği adres, bu değerlere karşılık gelir. Hal, duruş, düşünce, davranış ve hayatı disipline ettiğimiz her kıpırdanışımız bu değerlerden aldığı güçle şekillenir. Bilinçaltımız, psikolojimiz ve maneviyatımız da bu yaşayışımızı destekler.
Gazilik, şehitlik, korkaklık, kahramanlık, iyilik, kötülük, günah, sevap, güzellik, çirkinlik hâsılı her ne varsa değerlerimiz ve zıtlıkları adına hepsi de temelini bu kaynaklardan alarak beslenir.
Evet, “her insan temiz bir fıtrat üzere doğuyorken” doğduğu ortam, ya onun temizliğini muhafaza edip artırıyor ya da kötü ve yanlışı öğreterek onu lekeliyor. Hayata bakış açısı, böylesi inanç, ahlak ve kültürel değerlerle şekil alıp, ölüme kadar giden hayat serüvenini belirliyor. Sonunda da dünyadaki ortamından alıp kabir hayatına yolcu etmiyor mu? Böylelikle “nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz” hükmü doğrulanıyor.
Bilerek ve isteyerek kimi seviyorsa insan, ona benziyor. Özel tercihiyle hangi ortama giriyorsa, girdiği ortamın kişilerini ve olaylarını da sevmiş sayılıyor. Nasıl bir çevrede yaşıyorsa, içinde bulunduğu o ortamın rengine boyanıyor.
Zaman içinde bu boyanın kişi üzerinde sıfatlaşması, olumlu veya olumsuz anlamda yaşam biçimini oluşturuyor. Devamlı tekrarlanan bu yaşayış tarzı, şayet olağanüstü bir kırılma ile hayatların gidişatını değiştirmemesi halinde, ölene kadar böylece devam ediyor. Nihayetinde yaşadığı gibi de ölüyor insan!
Hal böyle olunca, öldüğü gibi diriltilen, dirildiği ortamdan da haşir meydanına öylece götürülüyor.
Öyleyse tercih sizin! ya doğru ölçüyle eğitelim kendimizi ve nesillerimizi, ya da sefih bir hayatı tercih edelim.
Gün gelir insan, tek başına doğar dünyaya. Büyür, yaşar ve çok olay görür, çok insanla tanışır. Gün gelir, köprülerin altından nice sular akar.
Dünya hanından ve insan hayatından da nice insanlar gelip geçer. Hayattaki varlığının gayesini çözemeyenler, ölümün ve hayatın da gizemini çözemeden göçüp geçerler…