Cumhuriyetimizin yüzüncü yaşını hep beraber coşkuyla kutladık. İstanbul Boğazında Donanmamız ve Hava Kuvvetlerimizin yaptığı geçit töreni, yüzüncü yılın şanına yakışır bir tören oldu. Bu geçit töreninin görsel açıdan bir şölen olması bir yana bu geçitte Anadolu uçak gemisi ve silahlı insansız hava araçları gibi yerli yapım savunma sanayi ürünlerinin bulunması milli bayramımızın manevi anlamda da içinin doldurulması açısından çok önemliydi.

Bu 29 Ekim’de dikkat çeken bir farklılık vardı: halkımızın olağanüstü ilgisi. İstanbul’dan Sivas’a, Konya’dan Şırnak’a kadar yurdun dört bir yanında halkımızın yoğun katılımıyla kutlamalar yapıldı. Yıllarca cumhuriyet fikrinin bürokrasi ve askeri vesayet arasına sıkıştığı, halkın cumhuriyeti tam olarak benimsemediği söylenegeldi. Bu 29 Ekim Türk milletinin cumhuriyet fikrini benimsediğinin ve sahip çıktığının en büyük göstergesi oldu. Türk milleti, bir asır öncesinin “ilerici” sayılabilecek fikirlerinin maşeri vicdanda karşılık bulduğunu ve bu yoldan geri dönüşün olmadığını dost-düşman herkese göstermiş oldu.

Bu 29 Ekim’de bir değişiklik de Mustafa Kemal Atatürk’ün sarı saçlarından, mavi gözlerinden değil ülkesini parçalamak isteyen Batılılara karşı istiklalden yana koyduğu tavırdan bahsedilmesi oldu. Bir asır önce Türklere Anadolu’yu dahi çok gören anlayışın bağrına saplanmış bu tavır, üstünde akbabalar dolaşan bir milletin küllerinden doğuşunu sağlamıştır.

Millî Mücadele döneminde ortaya koyduğumuz şerefli tavır Anadolu’daki Türk varlığına kastedenlere karşı bize yüz yıllık bir avans sağladı. Dedelerimizden emanet aldığımız bu toprakları torunlarımıza miras bırakabilmek için sadece Anadolu’dan değil Orta Doğu ve Türkistan coğrafyasını da içine alan geniş bir perspektiften bakmamız gerekir. Anadolu’nun güvenliği Edirne-Kars yahut Sinop-Hatay hattından sağlanamaz. Yemen’in, Kudüs’ün, Keşmir’in, Karabağ’ın, Kıbrıs’ın huzurlu ve güvenli olması Anadolu’nun huzurlu ve güvenli olması demektir. Tarihî sorumluluklarımızdan kaçarsak tarihî facialar tekrarlanabilir.