İki Ucu Keskin Kılıç: Beddua
Beddua; duanın zıddıdır. Yani birinin aleyhinde ona zarar gelmesi için dua etmek, kötü duruma düşmesini istemektir. O da tıpkı dua gibi içten duygularla yapılır. Bunun içindir ki beddua, yapılan kişi için büyük bir tehlike, en hafif deyimi ile belâdır. Bunun içindir ki Allah Resulü sallallahu aleyhi vesellem müminleri, birinin bedduasını almaktan şiddetle sakındırarak şöyle buyurur: “Mazlumun duasından sakınınız. Zira onunla Allah (Azze ve Celle) arasında perde yoktur.” (Müslim)
Hadiste işaret edildiği üzere beddua direkt Allah’a ulaşır. Mazlumun ahından arş sallanır. O, gerçekten beddua yapılan kişi hakkında felakettir. Bu yüzden, müminler, birine beddua etmemek hususunda şiddetle sakındırılmışlardır.
Bedduanın son haddi ise “Lânettir.” O, bir müminin diğerine asla yapmayacağı ağır bir sözdür. Kesinlikle sakınılması gerekir. Dikkat edilmesi gereken bir husus da kulun kendi aleyhine yaptığı bedduadır. Çok kez insan kendisine beddua eder de bunun farkına bile varmaz. Nitekim bu hususta bizi uyaran Allahu Zülcelâl şöyle buyurmuştur: “İnsan hayra dua ettiği gibi, şerre de dua etmektedir. İnsan pek acelecidir.”(İsrâ; 1)
Ayette de işaret edildiği gibi insan, aceleciliği, cahilliği ve hırsından dolayı kendi aleyhine beddua eder durur. Hâlbuki belâ, lânet, müminin dilini uzak tutacağı, ağzına kolay kolay almaması gereken iki tehlikeli kelimedir. Dua müminin sürekli kullanacağı silahıysa, beddua ve lânet de mü’minler için en son kullanacağı, belki de hiç kullanmayacağı iki tehlikeli silahtır.
Çoğu zaman insan sıkıntıya düştüğünde, sıkıntıya sabredemez, bunalır. Ümitsizliğe düşer, sıkıntının hiç geçmeyeceğini sanır ve kendine beddua etmeye başlar; “Allah canımı alsa da kurtulsam…” ya da “Ölmek istiyorum…”
Hâlbuki Allahu Zülcelâl, bize sürekli sabrı tavsiye etmekte ve “Allah sabredenlerle beraberdir.”(Bakara; 153) buyurmaktadır. Yine ümitsizlikten şiddetle sakındırarak, “Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin!”(Yusuf; 87) buyurmaktadır. Bu ayetleri iyice düşünerek, zarardan başka bir faydası olmayan bedduayı terk etmeli, ümitsizlikten uzaklaşıp sabır kalesine sığınmalı, sıkıntımızın geçmesi için gayret ve duaya sarılmalıyız.
Yine insan çocukları, eşi ve yakınları onu rahatsız ettiğinde, bir sıkıntıya veya zora soktuğunda yahut işleri aksadığında, işinden veya malından dolayı bir sıkıntıya girdiğinde beddua eder, belâ okur. Allah Resulü sallallahu aleyhi vesellem bu hususta bizi uyararak şöyle buyurur: “Kendinize beddua etmeyin. Çocuklarınıza beddua etmeyin mallarınız için beddua etmeyin. Allah’ın kabul ettiği bir zamana denk gelir (de helâk olursunuz. Bilakis) o saatte Allah’a dua edin, kabul olsun (ki sıkıntınızdan kurtulasınız.)”(Müslim)
Nefsinin arzularına yenik düşerek, hakkında şer olacak şeyi ısrarla istemek suretiyle kendisine beddua edenler vardır. Genelde insan bir şeyi arzu eder. Onu elde etmek için çalışır. Ancak bazen onun, kendisi hakkında iyi sonuç vermeyeceğini anlasa da, ısrarla ve inatla onu elde etmeye çalışır. Elde eder veya edemez. Fakat nefsini frenleyemez. Eğer vazgeçmez ve sonuna kadar giderse belâsını bulur. Çoğunlukla bu belânın sonucuna ölünceye kadar katlanmak mecburiyetinde kalır Kendini kontrol etmeyen, nefsini sürekli hesaba çekmeyen insan bir şeyi arzuladığında sanki kör ve sağır olur da, belâdan belâya sürüklenir.
İnsan böyle bir duruma düşmemek için, bir iş yaparken iyice araştırıp etraflıca düşünerek yapmalı; dua ederken de kendisi için hayırlı olanı dilemelidir. Nitekim birçok hadiste bu husus açıkça dile getirilmiştir. Şöyle buyurulmuştur: “Allah’tan dünya ve ahirette afiyet dileyiniz.” (Tirmîzi)
Beddua, başkasının kötülüğünü istemektir. Beddua, birini, kâinatın yaratıcısına, onu koruyup kollayan sultanlar sultanına şikâyet etmek, Allahu Zülcelâl’den, beddua yapılan kimseyi cezalandırmasını istemektir. Bu, gerçekten ağır bir ceza, asla rast gele yapılmayacak kadar önemli bir olaydır. Eğer beddua edilen kişi, bedduadaki sözleri yeterince hak etmiyorsa bu en hafif tabirle ona zulümdür. Bize kötülük yapan kişinin daha büyük bir cezaya uğramasını isteyerek haklı iken haksız, alacaklı iken borçlu duruma düşebiliriz. Hâlbuki bir haksızlığa uğradığımızda yapılacak olan en güzel şey, hakkımızı almak için güzel ve doğru bir şekilde mücadele etmektir. Sonra sabredip ahirette alacaklı olmaktır. Zira Allah Resulü sallallahu aleyhi vesellem, “Kim bir mümine lânet ederse, onu öldürmüş gibi olur.” (Buhari) buyurur.
Bir başka hadisi şerifte ise, “Kul herhangi bir şeye lânet ettiği zaman, o lânet semaya doğru yükselir. Gök kapılan ona kapanır. Bunun üzerine lânet yere iner. Arzın kapıları da ona kapanır. Sonra sağa sola gitmeye çalışır, gidecek bir yer bulamaz. Nihayet lânet, lânet yapılan kişiye gider. Eğer (lânet edilen kişi) buna layık ise ona lânet edilir. Eğer o, buna layık değilse lânet, lânet edenin kendisine geri döner.”(Ebû Dâvud)