Farklılıklar ve istismar
Geçen hafta farklılıklar konusuna değindim. Bu hafta farklılıkların istismar ile olan bağlantısını ele alacağız.
Pratik olarak şöyle düşünülebilir; istismarın sebebi ve kaynağı, kontrolden çıkmış farklılıklardır. Geçen hafta belirttiğim üzere bu farklılıkların, bir kısmı doğal ve irsi unsurlardır, diğer kısmı ise sonradan kazanılan güçlerdir. Bu sonradan kazanılan güçlerin büyük bir kısmı doğal ve irsi faktörlerin kabul edilmesi gereken sonuçlarıdır. Bununla birlikte, bir takım zümre ve ailelerin, fırsat ve imkânlar dâhilinde bazı haksız güçlere sahip oldukları görünmüş ve de görülmeye devam edilmektedir.
Diğer taraftan, eşitlik kavramı, doğal ve irsi faktörlerden ve bunlardan kaynaklı maddi ve manevi farkların inkârı ölçüsünde düşünülürse, yalnız gerçeklerle ters düşmekle kalmaz, yetenek ve liyakat gibi beşeri nitelikleri hesaba katmamak gibi haksızlığın ve dolayısıyla adaletsizliğin içine düşülür. Aslında, insanlar, yeteneklerinin ve liyakatin doğurduğu farklılıklar karşısında derin bir rahatsızlığa düşmezler. Onların tedirgin oldukları nokta, haksız olarak elde edilmiş güçlerden doğan farklılıklardır.
Toplumun fertleri, hakların ve hürriyetlerin kullanılmasında, yetenek ve liyakatin denetiminde fırsat ve imkân eşitliği sağlanmasını bekler. Bu sağlandıktan sonra, ortaya çıkacak farklara adalet gözü ile bakılır.
Toplumda bu fırsat eşitliği sağlanamamışsa, fertler gördükleri ve eleştirdikleri tüm farklılıklar, haksızlık olarak görülme eğilimi gösterir. Böyle bir toplumda, aşağı yukarı tüm aydınlar, zenginler, makam ve mevki sahipleri, bütün bu imkânları haksız olarak ele geçirmiş bir mutlu azınlık olarak değerlendirilmek tehlikesi ile karşılaşır. Bu durumda olan bir toplumda hak edilmiş sosyal baremler, gerçekten kazanılmış makam ve mevkiler, şerefle kazanılmış zenginlikler bile itham edilme tehlikesi ile karşı karşıya kalır. O hâl de mutlu ve huzurlu bir toplum inşa etmenin en önemli adımı, bütün mensuplarına, ekonomik, sosyal, kültürel ve politik sahalarda, yetenekleri ve liyakatleri ölçüsünde yer bulabilmek üzere tam anlamı ile fiilen gerçekleştirilmiş bir fırsat eşitliği sağlayabilmektir.
Hakikaten, fırsat ve imkânlarda eşitliği sağlayarak, fertlerin yetenekleri ve liyakatleri ölçüsünde maddi ve manevi güce kavuşturulması, sosyal barışın en önemli şartıdır. Yüce Peygamber Efendimiz ( O’na selam olsun) “Emaneti (işleri, makam ve mevkileri) lâyık olanlarına vermezseniz, kıyameti bekleyiniz “ şeklinde buyurmuşlardır.
Şüphe yoktur ki, fertler yetenekleri ve liyakatleri ölçüsünde maddi ve manevi güç kazansınlar derken, güçlü olan yaşasın, güçsüz olan ezilsin ve kahrolsun tarzında bir anlayış, İslam’a kesinlikle terstir. İslam ekonomi sistemi, güçsüzün himayesini, güçlendirilmesini ve insanca yaşaması için gereken esaslar koyar ve bu konu üzerine teşkilatlanmayı emreder. Bu konuda fert fert her Müslüman’a, topluma ve devlete ağır sorumluluklar ve vazifeler verir. Zekât, öşür, fitre gibi yükümlülüklerle fertleri Beyt-ül Mal yolu ile de güçsüzleri koruma vazifesi ile devleti harekete geçirir. Üstelik yaygın ve örgün eğitim ile bu ruh ve şuuru devamlı ayakta tutmaya çalışır. Yüce Peygamber Efendimiz “ Komşusu açken tok uyuyan bizden değildir.”, diye buyurarak sosyal dayanışmanın güçlenmesini ve sosyal refahın yaygınlaşmasını emreder.
Selametle…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.