Devlet ve ulus içinde otorite krizi
Geçen hafta anarşiden, otorite krizinden bahsetmiştik; bu hafta ise devletin ve ulusun otorite krizinden bahsedeceğiz. Devlet derken, devlet örgütlenmesini kastediyoruz. Bu, toplumu kaosa sürükleyen karmaşadan kurtarır ve düzenli ve istikrarlı bir yaşam sürmesini sağlar. André Maurois 'Sokak Devleti' adlı makalesinde, istisnasız herkesin trafik kontrolünden sorumlu polis memurlarına itaat ettiği bir şehirde, arabaların düzenli aktığını ve yayaların özgürce hareket edebildiğini belirtir.
Trafik kurallarını dürüstlük ve titizlikle uygulayan trafik memurunun otoritesi semboliktir. Bu görevlilere itaat etmekle hiç kimsenin özgürlüğü kısıtlanmaz, onur ve haysiyeti zedelenmez. Aksine, özgürlükleri ve hakları düzene girer ve korunur. Ancak toplumda kurallara ve düzenlemelere uymamak veya bunları ihlal etmek bir cesaret örneği olarak görülür ve özellikle gençler arasında takdir edilir. Şimdi konuyu saptırmadan devam edelim. Diyelim ki bu görevli görevini yerine getirmiyor, kural ve yönetmelikleri hiçe sayarak keyfi davranıyor, yetki ve gücünü kötüye kullanıyor, hatalı ve haksız kararlar alıyor, yaya ve sürücüleri tedirgin ediyor.
Ya da tam tersine, yayaların ve sürücülerin trafik polisine saygısızlık ettiğini, onları otorite, sosyal sınıf ve statü açısından trafik polisinden üstün gördüğünü ve trafik polisinin kural ve düzenlemelerini ihlal ettiğini varsayalım. André Maurois'nın 'sokak devleti'nin durgunluk içinde olduğuna hiç şüphe yok. Otorite yok, kaos, daha fazla kaza ve daha fazla ölüm olacak. Bu örnekle anlatmak istediğim, toplumsal (sosyal) düzenin, herkesin isteyerek uyduğu yasalar, ilkeler ve kurallar ile bunları dürüstçe temsil eden bir memur kadrosu tarafından tesis edilebileceğidir. Burada önemli olan bu yasa, ilke ve kuralların toplum vicdanında kutsal değerler olarak var olması ve sorumlu yöneticilerin bu toplumsal normları sadakat ve samimiyetle temsil etmesi ve uygulamasıdır.
Bilindiği gibi 'İslami düzen', kutsal kitap ve hadislerden çıkarılan ve savunulan kutsal anlamların bireylerin ve toplumun vicdanında inanç haline gelmesini gerektirir. Bu nedenle toplum ve yönetim kadroları, bu yüce değerler etrafında birleşerek, kurallara, ilkelere ve prensiplere uyarak görev ve ödevlerini yerine getirirler. Fertler ve toplumlar, idarecileri sadık kaldığı sürece kurallara, ilkelere ve kaidelere uymakla mükelleftir. Şanlı peygamberimiz bu şekilde davranan yöneticilere itaat etmemizi emretmektedir. Yöneticinin rengi, şekli, ismi önemli değildir ama temsil ettiği makam önemlidir. Bugün dünyanın her yerinde yönetenler de yönetilenler de anarşiden, düzensizlikten ve güvensizlikten bahsediyor. Devletin bir baskı aracı olduğundan ve hükümetin bir diktatörlük aracı olduğundan yakınıyorlar.
Yönetici kadrolar toplumu yönetmenin ve yönetmenin zorluğundan, yönetilenler ise makam ve mevkilerini kendi çıkarları ve kaprisleri için kullananlardan duydukları ıstırabı dile getiriyor. Kısacası, topluma düzen getiren, toplumun vicdanını cezbeden ve insanların inançla bağlı olduğu anayasa, yasalar ve ilkeler, hem yönetenlerin hem de yönetilenlerin gözünde giderek zayıflıyor. İnsanlar çeşitli nedenler ve süreçlerle bu hale gelmiştir.
Artık toplumun, bir yandan insanları mutlu edecek, kişisel, toplumsal, ulusal ve insani tüm ihtiyaçlarını karşılayacak, onları özgür ve tok kılacak, diğer yandan da yöneten kadroların ve yönetilen toplumun vicdanını yeniden inşa edecek, inançla ve sevgiyle kavrayıp kabul edecekleri evrensel bir anayasaya ihtiyacı vardır. İddiamız odur ki insanlık, vicdanları etkilemeyen bir otorite krizi ve anayasal karmaşa içindedir ve bir çıkış yolu aramaktadır. Türk İslam'ının kahramanları bu yolu keşfetti ve Allah'tan bize yardım etmesini diliyoruz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.