Destan Şairimiz; Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu
Edebiyat, kalplere tesir edici kelam hikmeti… Dünya çapında, tarih sahnesinden silinse bile bakide seda bırakan her milletin en kuvvetli silahı… Çağları aşıcı kuvvetiyle zamana yenik düşmeyen gönül mavzeri…
Evet, dünya da bugüne kadar gelmiş geçmiş her milleti kendine has yansıtan bir ayna vazifesi görür edebiyat… Tarihin en köklü medeniyetlerinden olan Türk medeniyeti de edebiyatın tesir gücünü her daim kullanmıştır. Hele ki yazılı edebiyat devremizden önce sözlü edebiyat devremiz medeniyetimizin en kadim eserlerini bizlere sunmuştur. Türk medeniyeti büyük bir kahramanlar medeniyetidir. Dilden dile yiğitlikleriyle nam salmış nice Türk evladı destanlarla yaşatılmış ve yaşatılmaya devam etmektedir. Bizim destanlarımız, Batının muhayyilesinden neşet eden sahte kahramanlarını anlattığı eserlerin aksine tarihimizden tevarüs eden gerçek kahramanların anlatıldığı yapıtlardır.
Edebiyatımızda destan geleneğimiz bir dönem duraklama devresine girmiş olsa bile bugünkü yazımızın asıl maksadı olan Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu Hocayla beraber tekrardan hak ettiği değere kavuşmuştur. Yazdığı destanlarla edebiyatımıza yeni bir “Dede Korkut” edasıyla düşen Gençosmanoğlu kendi ifadesiyle “bu toprakları, maddesi ve manasıyla hakiki bir vatan yaparak; milletimizi geçmişten geleceğe bağlayanların” sesi olmuştu. Alperenler onun şiirlerinde tekrar hayat bulmuş, kahramanlarımızın nefesi onun destanlarında bu çağa ulaşmıştır. Onun destanlarına konu olanlar yine kendi ifadesiyle “kimi kılıç erleri idi, kimi kalem erleri. Kimi gaibin sırlarına ermiş velilerdi. Kimileri adsız, rütbesiz kahramanlardı. Fakat hepsinin ortak yanları vardı. Dağ yürekli savaş erleri, derya gönüllü irfan erleriydiler, Alperen’diler.” O, ömrünü tarihimizin kahramanlarına anlatmaya adamış bu yolda kendisi de onların arasına karışmış bir “kalem eri”dir. Şimdilerde dillerden düşmeyen “yerli ve milli” mottosunun sahte şahsiyetlerinin karşısında o yerli ve milli duruşuyla yorulmadan, bıkmadan çalışmış bir “irfan eridir”
Verdiği bir mülakatta söylediği şu sözler onun hangi anlayışla eserlerini yazdığının anlaşılması açısından büyük bir öneme haizdir.
“Tarih, milletlerin hafızası olduğuna göre, aklın ve mantığın işlemesinde de büyük rolü vardır. Dünü hatırlayamayan bir insan, bugünün manasını anlayamaz. Yeni doğmuş bir çocuk nasılsa, öyledir. Hafızasızlık devam ettikçe, çocukluk da devam eder. Milletler de insanlar gibidir. Geçmişlerini hatırlamaları, hatta bu hatıralarını daima canlı tutmaları gereklidir. Geçmişteki acı olayların tekrar olmamasını sağlamak; tatlı olaylar yaratmak, tarih ve tarihteki yerimizi, tarihi yapan atalarımızı hatırlamakla mümkün olabilir.”
Onun binlerce sayfalık şiirlerinin bu kadar kısa bir anlatımla anlaşılması tabi ki mümkün değildir. Fakat tarihi yapanları hatırlatmak gibi tarihi yazanları hatırlatmanın da gençliğimize yeni ufuklar temin edebileceğini düşünüyorum. Müessiri anlatan en güzel şey onun eseridir. Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu’nun eserleri de hem büyük Türk tarihinin hem de kendinin anlaşılması açısından Türk gençliğine bıraktığı en büyük hazinesidir. Bu hazinenin her Türk evladına emanet olduğunu hatırlatıyor ve 21 Ağustos 1992’de kaybettiğimiz Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu’nu bir kere daha rahmetle anıyorum. Alperenler Destanı adlı eserinden kısa bir kesitle de yazımı noktalamak istiyorum…
Alperenler; bir aşılmaz dağdılar,
Aydınlığa gönül verip, yıldızları sağdılar…
Nurlanıp, nur üstü nurdan,
Tekbirlerle doğdular…
Tek başına destandılar,
Tek başına çağdılar…
Tufan olup sığmazlarken evrene,
Sevgi olup, gönüllere sığdılar…
İman ile, erdem ile, aşk ile,
İnsanlığı kenetleyen bağdılar…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.