Buket Beslen

Buket Beslen

Bırakalım öyle kalsın!

Bırakalım öyle kalsın!

Hayatta rollerimiz hep değişir. Anne, baba, eş, çocuk, genç, kardeş… Hepsinde farklı roller altına girip onlara adapte olmaya çalışırız. Aynaya baktığımızda gördüğümüz kişiden fazlası değiliz. İlla bir iş olacak diye bütün yükü sırtımızda taşımak zorunda değiliz. Bırakın bazı şeyler eksik, dağınık, yarım kalsın. Bırakın toparlanmasın. Önemli olan sizin ne hissettiğiniz. Duygularımızı törpüleye törpüleye kendimiz olmaktan çıkıp bambaşka birine dönüşüyorsak bunun ne önemi var? Ne önemi var benliğin? Aynada gözlerimizin içine bakıp ‘sahi sen ne düşünüyorsun?’ diye biz sormadıkça soran olmazsa, bir önemi kalır mı her yükü sırtlanmanın? Kalmaz!

Hayat affetmiyor. Geçip giden zamana dönüp bir bakalım. Daha dün evimizin bahçesinde oyunlar oynarken şimdi hayat kavgası içerisinde dimdik durmaya çalışıyoruz. Bu süreçte ya tek başımıza göğüsleniyoruz her şeyi ya da destekçilerimizle yürüyoruz. Bazen yollar taşlı, engebeli olabilir fakat burada rollerimizin penceresi daha doğrusu roller içerisinde kendimize açtığımız pencere çok önemli. O pencere olmazsa boğuluruz öyle değil mi? Bu pencereyi ‘hayat’ olarak düşünebiliriz. Bunalabiliriz, daralabiliriz, kendimizi duvarlar arasında sıkışmış hissedebiliriz. İşte burada hayat penceresi karşımıza çıkar. Nefeslenmek, durmak, dinlenmek için. Çünkü bazen hayatı durdurmaya da ihtiyaç duyarız.

Şimdi yeniden başa dönelim. Tam o aynanın karşısına. Gözlerinizin içine baktığınız zaman ne görüyorsunuz? Toplumda yansıttığınız kişi, karakter kim? Hayat içerisinde hangi sorumluluklarla baş başa bırakıldınız ve hangi sorumluluklarda yalnız kalmayı hiç istemediniz? Düşünelim. Hayatın bize getirdiği anne, baba, çocuk gibi rollerden bahsetmiyorum elbette. Bahsettiğim olay bu roller içerisinde hayata baktığımız çerçeve. Hayatı nasıl anlamlandırdığımız. Bu roller içerisinde nasıl hissettiğimiz çok önemli. Çünkü bu roller beraberinde kimlik karmaşalarını da getirebilir. Her rolde farklı kişiliklere bürünürüz. Burada şunu sormak lazım ‘Ben mutluysam karşı tarafı da mutlu edebilir miyim?’ işte bu soru çerçevesinde hayatın rolleri altında yansıttığımızı bulabiliriz. Çünkü mutsuz olmak dünyanın en kolay şeyi. Tıpkı daha önceki yazımda bahsettiğim ‘pesimistlik’ gibi. Karamsar olmak, kötü düşünmek benim için en basit olay. Herhangi bir çaba sarf etmiyoruz mutlu olmak için. Elbette hayatın döngüsü içerisinde rollerin bir parçası olacağız. Hayatın doğal döngüsü ama hayatımızın tamamı değil. Hayatımızın tamamını bu rollere bağlamak ise doğru değil. Her şey olabiliriz. Her rolde var olabiliriz. Önemli olan kendimizi boğmadan, sıkmadan, gerçekten ne istediğimizden uzaklaşmadan, hayatın akışı içerisinde ‘benimde bir fikrim var’ diyerek yola devam etmeliyiz.

Hayat hızlıca iki elimizin arasında akıp gidiyor, gidecek. Zamanı durduramayız. Kendimiz için adım atmadıkça hayat bizden yana olmayacak. O pencereden bakmakla yetineceğiz. İnsanların bir ‘dur’ noktası olmayacak. Noktaya bastığımızda dünya dönmeyi durdurmayacak. Bir örnek vererek bu köşe yazımı sonlandırmak istiyorum. “Düşünün, elinizde bir ip var. Bu iple intihar da edebilirsiniz. Salıncak da kurabilirsiniz.” İşte bu ip hayattır. Hayatınızın başlangıcı da olabilirsiniz, karamsarlık içerisinde kendinizi dipsiz kuyulara da bırakabilirsiniz. Karar sizin!

Önceki ve Sonraki Yazılar
SON YAZILAR