Beden eğitimi değil beyin eğitimi
Bir çocuk dünyaya geliyor ve bu çocuğun kullanma talimatı maalesef yanında gelmiyor. Tabii burada çocuğu kodlamaları yapılmış bir makine gibi de düşünmemek lazım. Ama maalesef günümüzde çocukların hepsi aynı özelliklerde yaratılmış gibi bireysel özellikleri göz ardı edilerek endüstriyel bir eğitim sisteminin içerisine terk ediliyor. Bu aslında bir kuşa, bir zürafaya, bir file, bir ata, bir sincaba ve bir maymuna ağaca tırmanma yarışması düzenlemek gibi bir şey oluyor.
***
Tabii ki her çocuğun kişisel yetenekleri birbirinden parmak izi gibi farklı olduğundan dolayı kimi çocuklar kendilerini başarısız, işe yaramaz, zihinsel özürlü vb hissetmelerine sebebiyet vermekte. Bu durum böyle olunca sistemsel eleştiriden çok çocukların başarı grafikleri ve ebeveynlerin tutum ve davranış süreçleri sorgulanıyor. Dolayısıyla, aile içerisinde huzursuzluk, mutsuzluk ve ümitsizlik kol geziyor. Deniz kıyısındaki inciler ve mercanlar fark edilmeden okyanusta kaybolup gidiyor.
***
Bütün bunları düşünürsek bireylerin farkındalıklarını göz önünde bulunduran toplumsal ihtiyaçlara göre eğitim ortamları yaratılan, kendi kişisel yetenek ve becerilerini ortaya çıkaran bir eğitim sistemi kurmak gerekiyor. Beden eğitimi dersinin olduğu bir ülkede beyin eğitimi dersinin olmaması bu sürecin çok da çabuk başlayabileceği anlamına gelmediğini üzülerek fark ediyoruz. Umarım ülke olarak okuduğunu anlayabilen, anladığını yorumlayabilen, yorumladığını sorgulayabilen, insana ve çevresine karşı duyarlı, empati sahibi, eleştirel düşünebilen, kalbini ve beynini eş zamanlı kullanan bireylerin yetişmesi için bir ortam sağlayabiliriz.
***
Geçenlerde bir yazı okumuştum. Japonya’da kişi başı yılda 25 kitap düşüyormuş. Ülkemizde ise 25 kişiye bir kitap. Tabii ki bunun sonucu olarak da Japonya ekonomisi, Türkiye ekonomisinin 25 katı olduğu yazıyordu. Bu bağlamda duruma bakacak olursak, Türkiye’nin okuma kültürü çok da iç açıcı değil. 2018 Pisa testi sonuçlarına ülkemiz 37 OECD ülkesi arasında 31. Sırada olduğunu üzülerek biliyoruz. Yani kendi dilimizde yapılan okuduğunu anlama ve yorumlama testinde sonlardayız. Tabii ki Z kuşağı X ve Y kuşaklarına göre daha fazla okumaktadır ancak okunan esreler bilim ve fikir yazılarından ziyade fantastik roman üzerinedir. Çocuklarımızın bu okuma alışkanlıklarını kendi bilgi, beceri ve yeteneklerine göre yönlendirmek biz yetişkinlerin başlıca görevi olmalıdır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.