21. Yüzyılda, tehcir, soykırım ve sürgün
Bu yazının yayıma hazırlandığında göstermelik, “savaşa ara verme!”, “Esir Takası” devam etmekteydi.
Bundan sonrasının ne olacağı herkes tarafından malum! Hani derler ya, “perşembenin gelişi, çarşambadan bellidir” diye.
Kendilerini dünyanın efendileri ve tek hâkimi sanan, kendi halkının üzerine kurşun ve bomba yağdıran İsrail, (7 Ekim’de Hamas militanlarını öldürüyorum derken kendi halkını öldürdü)yayılmacı politikasından asla vazgeçmeyecek. Bunu yaparken de vahşilikte, canavarlıkta, alçaklıkta sınır tanımadı, tanımayacakta.
Herkes bir kez daha gördü ki, Batının ne kadar ikiyüzlü, sahtekâr, karanlık, alçak bir zihniyete sahip olduğunu. Peki gördü de ne oldu veya ne olacak?
Koca bir “HİÇBİR ŞEY”
Uluslararası hukukun olmadığını, güçlülerin hukuku olduğu gerçeğini bir kez daha gördük. Peki gördük de ne oldu veya ne olacak?
Koca bir “HİÇBİR ŞEY”
Dünya kamuoyunun tepkisi bir işe yarayacak mı? Bu alçak soykırımı durduracak mı?
Koca bir “HAYIR”
Anlayış son derece açık ve basit. “Bağırırlar, çağırırlar, tepki gösterirler, yakarlar veya yıkarlar ama sonunda susarlar, en sonunda da unuturlar”.
İşte her şeyin kısa bir özeti
Kendi dindaşları, ırkdaşları katliam ve soykırıma tabi tutulurken, efendilerinin eteğini öpen malum ülkeler, ellerinde petrol ve enerji silahını kullanmayıp, bırakın kullanmayı İsrail’e yönelik ambargolara karşı çıkıyorlarsa, (ki bu malumun ilanı) bu demektir ki herkes artık “kendi göbeğini kendi kesecek”. Nasıl ki “sağ gözün sol göze” faydası yoksa.
Bir alçaklığı daha hatırlatalım.
Hani Ermeniler, “Osmanlı bize tehcir de soykırım yaptı” diye şerefsizce yalanını yaymış, bütün dünyada bunun yalan olduğunu bile bile sırf Türkiye’ye, milletine birçok konuda baskı yapmak için kullanmıştı ya, (hala da soykırım anıtları dikerek kullanıyorlar) şimdi gerçek bir tehcir, gerçek bir soykırımı canlı canlı bütün dünya izliyor. Peki “buna ne diyeceksiniz?” diye sorsak ne cevap verecekler? Hemen söyleyeyim!
Biz kendimizi savunduk!
“Kargaların gülüşlerini!” duyuyorsunuz değil mi?
Tekrar başa dönelim. Soru çok basit! O halde güçlülerin dünyasında nasıl var olacaksınız?
Cevapta çok basit; “güçlü hale gelip en az onlar kadar güçlü olarak”
Düşman, cephedeki elin iradesini zayıflattı. Düşman cephede falan değil. İçimizde hem de evimizin içinde.
Önce insanımıza
atırım yapmalıyız. Sonra insanımıza güvenmeliyiz. Sonra ülkemiz, vatanımız, bayrağımız, milletimiz için önce kendimiz fedakârlık yapacağız sonra insanımızdan fedakârlık isteyeceğiz.
Bilimde, teknolojide, sağlıkta, hayatın her alanında, gelişmek, yenilenmek, çağlar ötesini düşünerek kendimizi ona göre hazırlamak ve en önemlisi “Uzay teknolojisindeki” yarışta rakiplerimizle mücadele edecek noktaya mutlaka ama mutlaka gelmeliyiz.
Gelebilir miyiz? Kesinlikle… Allah bu ülkeye her türlü zenginliği bahşetmiş. Yeter ki kullanmasını bilelim, insanımıza nasıl kullanacağını öğretelim. Yeter ki insanımıza güvenelim. Her türlü bilimsel gelişmeye açık olup, bilimin ülkemize yerleşmesini, insanımızın kullanmasını sağlayalım.
Türkiye gibi her türlü nimetin sunulduğu bir ülkenin çok ama çok hızlı bir şekilde rakiplerine yetişmesi kesinlikle ne imkânsız ne de zor. Yani, yağ var, şeker var ve aslında helva yapacak insan gücümüzde var. O zaman helva yapmak için neyi bekliyoruz?
Filistin, Irak, Afganistan, Suriye ve benzeri ülkeler gibi olmayı mı? Veya emperyal güçlerin tam bir sömürü ülkesi olmayı mı? İşgal edilip boyunduruk altına alınmayı mı?
“Kendi gücümüzü küçümsemeyelim! Minik bir taşın, sonunda koca bir taşı devirdiği domino taşlarını düşünelim”
Hadi Kuran’ın ilk emrini uygulayalım. “OKU, YARADININ ADI İLE OKU”
Bitti… Nokta... Başka bir şeye gerek var mı?
Selam ve dua ile…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.