13. Kat - 2
Önceki yazımızda 13. Kat isimli filmden hareketle, insanoğlunun varoluşu anlamlandırma çabalarına temas etmiştik. Bizimkinden yukarıdaki “üst varoluş seviyesi” ile irtibatımız konusunda çeşit çeşit inançların çeşit çeşit teklifleri var.
Aslında tüm “semavi” dinler kabaca, üst bir bilinç düzeyinin varlığı ve bu erişemediğimiz, mahiyetini tam kavrayamadığımız düzeyle aramızda irtibatı sağlayan bir bağ üzerine inşa ediliyor.
Varlık seviyemizi yaratan üst şuur (tanrı), varlığımızı anlamlandırmamız için kendi katından bir mesajı bize ulaştırıyor. Biz Müslümanlar olarak Allah’ın mesajının her iki (üst ve alt) varlık seviyesindeki varlıklarla da temas kurabilecek şekilde yaratılmış bir melek olan Cebrail ile yine onun seçtiği özel bir “insan peygambere” gönderildiğine inanıyoruz. Hıristiyanlar ise tanrının mesajının, bizzat kendisi de bir tanrı olan oğlu tarafından kendilerine ulaştırıldığına, yani üst şuur seviyesindeki tanrı ya da tanrıların, bizim ontolojik seviyemizde insan suretinde bulunabileceklerine inanıyorlar.
Varlık düzeyimizi ve bizi yaratan üst şuurun mantıken bizden üstün olması ve zaman, mekân gibi biz insanları kısıtlayan unsurlarla bağlı olmaması gerekiyor. İslamiyet’te Allah’ın elçisi kendisine bir melek vasıtasıyla ulaşan mesajın alıcısı ve tebliğcisi olması dışında normal bir insan ama Hıristiyanlar Hz. İsa’nın tanrı olduğunu düşünüyorlar. Bu yüzden Hıristiyanlıkta Hz. İsa’nın mucizelerinin bir insana tanrı tarafından bahşedilmiş harikuladelikler değil, üst şuur düzeyinden alt şuur düzeyine, yani bizim aramıza inen bir varlığın kendi gücünün tezahürleri olduğu düşünülüyor.
Diyelim ki tanrı, kendi ontolojik düzleminden bizimkine inmeye karar verdi, neden bir insan olarak “insin”? Bir bulut, ağaç yahut hayvan olarak inmeyi de seçebilir. Hıristiyan’lar, Tanrı’nın insan şeklinde yeryüzünde bulunmasını İncil’den bir ayete dayandırarak savunuyorlar:
26 Tanrı, “Kendi suretimizde, kendimize benzer insan yaratalım” dedi, “Denizdeki balıklara, gökteki kuşlara, evcil hayvanlara, sürüngenlere, yeryüzünün tümüne egemen olsun.”
27 Tanrı insanı kendi suretinde yarattı, onu Tanrı’nın suretinde yarattı. Onları erkek ve dişi olarak yarattı.
Yaratılış (Genesis) 26-27
Tanrı insanı kendi suretinde yarattıysa tabi ki insan dünyasına “indiğinde” insan formunda dolaşması en mantıklısı olacaktır!.
Benzer bir durum Hint dinlerinde de var. Birer insan olarak karşılarında duran “guru” ya da “babaların” avatarlar olduğu, yani insan kılığına girmiş bir tanrı olduğu inancı oldukça yaygın.
Öte yanda Kur’an’da, bu yaklaşım kesinlikle reddedilerek, Allah’ın bildiğimiz hiçbir şeye benzemediği açıkça belirtilir:
شَيْءٌ كَمِثْلِهِ لَيْسَ Onun benzeri hiçbir şey yoktur. (Şura-11)
Bu açık ayete rağmen Buhari ve Müsim gibi sahih kabul edilen kaynaklarda geçen tartışmalı hadis hiç de Kur’an’ın tebliğcisi Hz. Muhammed’in sözü gibi durmamaktadır:
Allah, Âdemi kendi suretinde yaratmıştır. ((Buhârî, “İsti’zân”, 1; Müslim, “Birr”, 115; “Cennet”, 28)
Bunun gibi tartışmalı hadisleri kolayca inancın temeli yapabilen İslam heterodoksisi de birçok noktada Hıristiyanlık ve Hint teolojisinin etkisinde kalmış görünüyor. Mesela Yunus Emre meşhur şiirinde,
Ete kemiğe büründüm Yunus diye göründüm.
Sıyırın eti kemiği, işte onun sesi, işte onun kendisi.
Ol kadiri kün feye kün, lutfedici sübhan benem.
Kesmeden rızkı veren cümlelere sultan benem.
Nutfeden Adem yaradan, yumurtadan kuş türeten.
Kudret dilini söyleten, zikreyleten sübhan benem.
Hem batinem hem zahirem, hem evvelem hem ahirem.
Bu cümlesini yaratıp tertib eden Yezdan benem.
Yoktur anda tercüman, andaki iş bana ayan..
Bin bir adı vardır bir adı da Yunus, ol sahibi Kur’an benem.
derken aslında açık açık ete kemiğe bürünmüş tanrı olduğunu söyler. Biraz kriptik söylenmiş olsa da
Beni bende demen, bende değilem,
Bir ben vardır bende benden içeri
mısraları da aynı inancı, yani içinde tanrının bilincini taşıyan bir “avatar” olduğu inancını işaret eder.
Bu konuyu irdelemeyi inşallah son bir yazıyla sürdüreceğiz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.