Yıldızlı gece
İşte yine bir yıldızlı gece. Bu seferki biraz farklı sanki. Dün gece bu kadar karanlık değildi. Bazı sokak lambaları sönmüş, bazı yıldızlar küsmüş. Bazı insanlar faturalarını ödemiyor mu artık?
Dün gece de yanımda mıydı bu sürekli beni takip eden insan yığını? Doktorlar aslında hiç var olmadılar diyorlar. Olur mu öyle şey! O zaman şu sabahtan beri yanı başımda ağlayan kızıl saçlı küçük çocuk kim? Nerden gelmiş buraya? Ona da mı deli demişler? Onu da mı itip gözyaşlarını görmezden gelmişler?
Yine, yine, yine yıldızlı bir gece. Yıldızlar teker teker sönüyor. Gökyüzünde savaşlar oluyor. Bazıları ölüyor, yer yüzüne düşüyor kalan son altın ışıklar. Ama yer yüzü zaten kömür gibi, zaten simsiyah. Gökyüzü de akarsa, altınlar kapkara birer yağmur tanesi gibi yağarsa, korkarım dünya karanlığa gömülecek yakında.
Oysa bazen gülen insanlar görüyorum. Böyle kahkaha atıyorlar, içiyorlar geceler boyu, eğleniyorlar. Onlara kim ışık verdi? Onların dünyalar ölmüyor mu? Kara yağmur çalmıyor mu hayallerini? Benim ağaçlarımın kökleri sızlıyor, bulutlarım ağlıyor. Kelebeklerim üç geceyi çok görüyorlar kendilerine. Karanlığım her şeyin güzelliğini öyle güzel örtmüş ki. Bu gece koskoca bir ağaç kaçmak için gökyüzüne sığınıyor. Sarılıyor. Ağlıyor. Ama bilmiyor ki yedi katlı gök onun için çok yüksek. Bilmiyor ki herkesin hayallerinde ışık yok. Hiçbir zaman ulaşamayacak sönmemiş yıldızların sıcaklığına.
Karşıda bir köy var. Işıkları yanmıyor yine. Yine, yine, yine yıldızlı bir gece. Hiç susmuyor ki bu kızıl çocuk. Sanki izin vermiyor karanlığıma gömülmeme. Sanki çok acıyor canı. Sanki kalbi ellerimin arasında atıyormuş gibi. Yaşlı gözleriyle göz bebeklerimi delip geçiyor. Annesi nerde acaba? Ona göz kulak olacak bir abisi, onunla oynayacak bir kardeşi yok mu?
Düşünmeme de izin vermiyor.
İşte, karşıda bir köy var. Acaba köylüler ne yapıyor şuan. Bu evler niye böyle renksiz, böyle neşesiz, karanlık, böylesine karanlık. Boyacıların pembesi yok mu artık? Mavi, yeşil, sarı kullanmıyorlar mı? Ben de geçen gün pembe boyamı yan odadaki sevgili arkadaşıma verdim. O hep gülüyordu. Pembe gülen insanlara yakışır. Ya da belki gülebilenlere…
Yine, yine, yine yıldızlı bir gece. Ben biraz bu kızıl çocuğun ağlamasına eşlik edeceğim. Hayır, gözyaşlarını silmeyeceğim. Hayır, ağlama demeyeceğim. Ne kadar üzücüdür “ağlama” cümlesi. Ağlamak istersem ağlarım kardeşim! Ben kimseye bir şey kanıtlamak zorunda değilim. Bu çocukta olmamalıydı. Keşke kimse ağlamasındı ama, dedim ya herkesin hayallerinde ışık yok diye. Halbuki ağlamak da gülmek kadar işte. İhtiyacı var belli ki.
Şimdi gözyaşlarım kağıdıma damlıyor, mürekkebimi dağıtıyor. Bugün defterimi kapatacağım. Yine, yine, yine yıldızlı bir gece. Bütün yıldızlar sönene kadar her gece bu defteri senin için açacağım. Ben belki kederden ağlayacağım, sen mutluluktan ağla kardeşim. Pembenin bütün tonları seninle olsun.
Tablolar Dile Gelse
“ Starry Nigth “
- Vincent Van Gogh
1889’da Saint-Paul de Mausole’de yapıldı. Van Gogh hastanede iken özgürlüğüne diğer hastalardan daha fazla izin verildi. Bit stüdyosu bile vardı. Hastalığı iyileşmeye başlamıştı fakat maalesef tekrar etti. Halüsinasyonlar görmeye ve intihara meyletmeye başladı. Bu durum çalışmalarında renk değişimi yarattı. Koyu renkleri dahil etmeye başladı.
Yıldızlı gece bu değişimin harika bir örneğidir. Mavi renkler tabloya hakimdir. Tepeleri ve gökyüzünü harmanlamaktadır. Küçük köy, tablodaki kahverengi, gri ve mavi renklerin içinde tabanda kalır. Her bina siyah ve açıkça belirtilmiş olsa da, yıldızların sarı ve beyazı ve ay gökyüzünde öne çıkar, gözleri gökyüzüne çeker.
“Demir parmaklı penceremde adeta bir buğday tarlası görüyorum. Sabahları ise gün doğumunu tüm ihtişamıyla izliyorum. “
Vincent’in kaldığı akıl hastanesine gidilip demir parmaklıklı penceresine bakıldığında aslında öyle bir köyün olmadığını görürsünüz. O köy ve kilise sanatçının hayal gücünden ibarettir.
Ne var ki resimde Vincent’in özgürlüğünü kısıtlayan parmaklıklar da yoktur.