Varoluş
İnsan korkmuyor değil, düşününce akışı ve toprağı.
Sonuçta dün bugün öldü ve bugün de yarın ölecek. Oysa dün okunacak kitaplar yarım kaldı, bugün ise kim bilir neyi yarım bırakacağız.
Albert Camus, varoluşçu felsefenin önemli düşünürlerindendir. Görüşlerine ve yazdıklarına bakarak agnostik olduğu düşünülen filozofun dünya görüşü, yaşamın anlamsızlığından, saçmalığından kaynaklanan bir anlayışı kavrayıştan yola çıkmaktadır. Değil mi ki yaşam, bir yerde ölümle sonuçlanıyor; öyleyse nedir bu didinip durma, bu yedim içtim, aldım verdim, benim senin kavgasının anlamı?
İnsan bütün bu kargaşanın içinde Dünya’nın dönmeye devam ettiğini unutuveriyor hep.
O kavgalarıyla debelenip dururken zaman denen vurdumduymaz serseri oradan oraya koşturuyor aslında.
Belki de yaşam o kadar da anlamsız değildir, sadece biz yanlış manzaraya bakıyoruzdur? Belki de sadece arkamızı dönsek neler olup bittiğini daha iyi kavrayabileceğiz. Bu kulağa vücudumuzun bütün kaslarını çalıştırmamız gerektiğini söylemişim gibi gelebilir. Oysa her şey bir kafa hareketi kadar kolay aslında.
Mutluluk, bir yerde ve her yerde hiçbir şey beklemeden dünyayı, insanları sevmektir, diyor Camus.
Bütün benliğimle katılıyorum bu söylediklerine. Fakat bana soracak olursanız önce kendini sevmeli insan.
Egoizmden bahsetmiyorum. Çoklar her zaman sıkıntı, denge ise her zaman esastır.
Ne de olsa kaslarınızı hareket ettirebilmek için bilincinizin açık olması gerekir. Her şey bir kenara, kendisinin farkında olmalı insan.
Camus’un yaşadığı yıllarda insanlar ne kadar konuşurdu bilmem. Fakat bizim çağımızın el verdiği her şeye her şekilde yorum yapabilme kabiliyetini unutmamak gerekir. hiçbir zaman mükemmel olamazsınız çünkü birileri en küçük kusurlarınızı bulup oturduğu yerden yüzünüze vurma cesaretini gösterecektir.
Öyle ki Dünya Savaşları’nın yaşandığı 1900’lü yılların oldukça kasvetli olmasına karşın anksiyete ve depresyon son 30 yıldır belirgin bir şekilde artış göstermekte.
Bundan dolayıdır ki, her zaman değil fakat arada sırada Dostoyevski’ye kulak vermeli; çünkü asıl sebebini bulamayınca boş vermelisin bazen.
Çünkü bir kerecik bilinçli olmayı bir yana bırakarak, bir sebep aramadan, uzun boylu düşünmeden, körü körüne bırak kendini duygularının akışına. Sev ya da nefret et, fakat boş durmamak için bir şeyler yap. İşte tam da bu yüzden kendinin farkında olmalı insan. Hamurunu ekmek yapabilecek kıvama getirebilmek için.
Belki de kendi korkularımdandır, bilemiyorum. Fakat o sudan akıcı serseriden bahsetmezsem küsüp daha hızlı akacakmış gibi geliyor bana. Belki de akmasını istediğim yerde değildir henüz, belki içine hiçbir şey sığdıramadığımdandır. Belki de bir şeyler yapmak isteyip bir türlü başlayamadığımdan.
Oysa Einstein görelilik teoremine çalışmaya başladığında 16 yaşındaydı.
Biz ise sanki evimize haciz gelmişçesine bir valiz topluyoruz, ne bulursak atıyoruz içine. Ve hiçbirini kullanmıyoruz, hiçbir zaman.
İşte tam da bu yüzden kendinin farkında olmalı insan.
Sanatta kendini bulmaya çalışmamalı, kendinde sevmeli sanatı.
Varlığını anlamlandırmak için koşuştururken varlığında kaybolmamalı.
Ve en önemlisi, Dünya’nın koca bir edebiyat eseri olduğunu unutmamalı.
Çünkü Camus diyor ki:
“Umutsuz edebiyat sözü birbirini tutmayan iki sözcükten oluşur. Çünkü edebiyat olan her yerde umut vardır”