TÜRKİYE - AVRUPA BİRLİĞİ İLİŞKİLERİ (1959 – 1996)
İlk İlişkiler
Türkiye, Avrupa Birliği ile ilişkilerine ilk olarak 31 Temmuz 1959 tarihinde o zamanki adıyla Avrupa Ekonomik Topluluğu ile ortaklık görüşmelerine başlanması için resmî başvuruda bulunarak başladı. Bu adım siyasî ve ekonomik çıkarların yanı sıra, Yunanistan’ın AET’ye iki hafta önce yaptığı ortaklık başvurusundan ötürü de atılmıştı.
Bu adım gelişmiş sanayi ülkelerinin yüzlerce yılını almış olan gelişmelerini kaydetmek için olağanüstü çabaların gösterildiği bir ülkenin siyasî modernleşmesi yolunda önemli bir kilometre taşı anlamına geliyordu. Özellikle 1923-1938 ve sonrası dönemde öncelik ülkenin hızlı sanayileşmesine ve modernleşmesine tanınmıştı. Savaş sonrası dönemde ise bu politika dış siyasette yön değişikliği ve Batı yönetim biçimlerinin ve hukuk normlarının alınmasıyla daha da sağlamlaştırıldı. Batı’ya yönelme somut olarak ifadesini Türkiye’nin OECD’ye (daha önce OEEC’ye), Avrupa Konseyi’ne ve NATO’ya üyeliğinde buldu.
Bu arka plandaki gelişmelerin ışığı altında AET ve Türkiye arasında yapılan görüşmeler Türkiye hükümetinin ortaklık başvurusunda bulunmasından iki ay sonra başladı ve 12 Eylül 1963 tarihinde Ortaklık Antlaşması imzalanmasıyla sonuçlandı. Bu sonuç Türkiye’de büyük bir başarı olarak karşılandı. Ancak yürürlüğe girebilmesi için Antlaşmanın AET üyesi altı devletin ve Türkiye’nin parlamentosunca onaylanması gerekiyordu. Avrupa Parlamentosu’nun 28 Kasım 1963 tarihli olumlu görüşünden sonra ve Bakanlar Konseyi’nin kararıyla antlaşma nihayet 1 Aralık 1964 tarihinde yürürlüğe girebildi.
Türkiye böylece 9 Haziran 1961’de benzeri bir antlaşma ile AET’ye ortak üye olan Yunanistan’dan sonra altılarla tam üyelik perspektifi içeren bir ortaklık ilişkisi kuran ikinci ülke oldu.
Ortaklık Anlaşması
İfadesini Ortaklık Antlaşması’nda bulan hedef, iki tarafı beklenti ve çıkarlar bir yandan ileride bir “Ekonomik Birliği” götürecek olan bir Gümrük Birliği’ni içerirken diğer yandan işgücünün serbest dolaşımının kademeli olarak gerçekleştirilmesini içermekteydi. Yerleşme serbestliği ve çalışma serbestliği alanındaki kısıtlamaların da kaldırılması öngörülmekteydi. Böylece Antlaşma yalnızca “katıksız” bir Gümrük Birliği öngörmekle kalmıyor, daha çok ekonomik hayatın diğer tali alanlarına ilişkin örneğin ulaşım politikası, rekabet, vergiler, hukuki uyumlulaştırma ve sermaye dolaşımı gibi alanlara ilişkin hükümler içermekteydi.
Antlaşmanın hedeflerinin, Türkiye’deki yaşam koşullarının iyileştirilmesi ve iki ortak arasındaki ekonomik gelişmişlik farkının azaltılmasıyla gerçekleştirilmesi öngörülmekteydi. AET, Türkiye’ye “geçiş ve son dönemde doğacak yükümlülüklerini yerine getirebilmesi için” belirli bir süre ekonomik yardımda bulunmayı taahhüt etmekteydi. Bu adımların “ilerde olası bir tam üyeliğe geçişi kolaylaştırma gibi siyasî amaca hizmet etmesi” düşünülmekteydi. Ortaklık Antlaşması’na iki ek, iki protokol, ortak bir açıklama ve bir son senet eşlik etmekte ve bu arada antlaşma bir dizi protokol ve temel belgeyle de tamamlanmaktadır.
Temel nitelikte ve antlaşmada formüle edilmiş olan hedeflere ulaşmak için bir hazırlık, bir geçiş ve bir son dönemden hareket edilmektedir ve bunların birbirini izlemesi belirli koşulların sağlanmış olmasına bağlanmıştır. Ancak işgücünün serbest dolaşımının Katma Protokol’e (KP) göre 1976-1986 yılları arasındaki dönemde, Gümrük Birliği’nin ise 1995 yılı sonuna kadar gerçekleşmesi öngörülmüştür.