Toplumların idaresini kim veya kimler yapmalı?
Bugün toplumların yani bizlerin idaresini kimler yapmalı, bu kişilerin hangi mahiyetleri olmalı bunlardan kısaca bahsedeceğiz.
Toplumların idaresini kimin veya kimlerin yapması gerektiğine ilişkin sorunun cevabıyla başlayacak olursak kısaca siyasi rejim deriz. Demokratlara sorarsak, onlar, halk kendi kendisi idare etmelidir şeklinde cevap verirler. Otokratlara göre ise idarecisini halk tayin etmez, onları, tarihin gelişimi içinde, bizzat kendi güç ve iradeleri ortaya çıkarır. Daha anlaşılır bir ifade ile demokrasi, halkın kendi hür iradesi ile idarecisini tayin etmesi demekse, otokrasi tam tersine, idarecilerin, kendi kendilerini tayin etmesi demektir.
Demokrasilerde anayasa, bir nevi toplum sözleşmesidir. Biraz daha açık ifade ile bu sözleşme, kişilerin, sınıfların, zümrelerin ve sınıfların tüm hak ve hürriyetlerini, vazife yetkilerini tayin ve tespit eden temel ilkeler manzumesidir denilebilir. Her fert ve grup bu temel ilkeler karşısında saygılı olmak, bunları korumak, geliştirmek zorunda olduğu kadar, bunlara samimiyetle itaat da etmelidir. Otokrasilerde ise anayasa, tarihi gelişim içinde iktidara gelen kadroların halka rağmen, halk için düşündükleri plan ve programları gerçekleştirmenin vasıtasından ibarettir.
Demokrasiler, halkın idaresinden, otokrasiler, tarihin iradesinden güç alıklarını söylerler. Demokrasiler, halkın hür seçimlerde ortaya koyacağı idaresini, otokrasiler, zulüm iradelerine karşı halkın tepkisini ifade edene ve şartları toplum içinde olgunlaşarak ihtilâl tarzında ortaya çıkan tarihin iradesini savunurlar. Demokrasiler, çok partili bir anayasal nizam içinde, milli tercihlere göre, iktidarların gelip gitmesini istediği halde, otokrasiler, tek partinin programının kitlelere empoze edilmesi tarzında gelişim gösterir.
Demokrasileri, halkın iradesini şaşırtan ve yanıltan demagoglar, hürriyeti, bizzat hürriyetler aleyhine istismar eden sözde demokratlar soysuzlaştırdıkları halde, otokrasileri de, kitlelerin dert ve ıstıraplarını veya ümit ve idealizmini sömürerek şahsî ihtiraslar veya sınıf ve zümre çıkarları doğrultusunda birer kanlı diktatorya biçiminde geliştirenler, tarihi süreci rotasından çıkarır.
Tarihi süreç boyunca insanlar, kendilerini mutlu ve huzurlu kılacak düzeni ve nizamı aramakla meşgul olsunlar. Onlar bazen demokrasi bazen de otokrasi adına istismar edilegelmektedir. Zaman zaman da gerçekten namuslu ve işin ehli kadroların elinde soluk alma imkânını, kısa bir süre de olsa bulabilmektedir. Tarihten öğrendiğimiz kadarıyla, mukaddes anayasaların gölgesinde bile iktidara gelen kadrolar, belli bir zaman sonra, bunları inkâr veya ihmal ederek, iktidarı şahsileştirmeye veya sınıf ve zümre diktatörlüğüne doğru sürüklemeye başlamışlardır. Buradan da anlaşılacağı üzere, anayasayı mukaddes ve ilahî bir tebliğ kimliği içinde vicdanlarına yerleştirmeyen, böylece iman etmiş kadroları iş başına getirmeyen toplumlar, yüce ve mukaddes ilkeler yerine, kanlı diktatörlerin veya zalim grupların kanlı pençelerine düşerler.
Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim, ister halkı eliyle, ister halka rağmen iktidara gelerek şahıs ve zümre diktatörlüğü kuran veya kurmak isteyenlere karşı, “İşte burada kudret ve hâkimiyet, varlığı gerçek olan Allah'ındır” (Bkz. Kehf Suresi 44. Ayet) ölçüsünü getirmektedir. Bu neden dolayı Allah’ın mülkünde ve Allah’ın kuralları üzerinde, hiçbir şahıs ve zümrenin tahakküm (baskı, zorbalık) kurmasına izin vermemektedir. İslâm, Allah adına hükmetmeye çalışan ruhbanlık sınıfını reddettiği gibi, akla gelebilecek her türlü imtiyaz ve üstünlük iddialarını da kabul etmez. İslam’a göre idareciler, ne suretle iktidara gelirlerse gelsinler, Allah’ın kitabına ve Peygamberin sünnetine itaat etmek zorundadır. İslâm’da idare edenler de, idare edilenler de bu yüce ilkelere göre hareket etmelidirler. Hiçbir kişi ve zümrenin zorbalık etmesine müsaade etmeyecektir. Ve son olarak Yüce Peygamberimiz, Müslümanlara, Allah’a itaat etmeyenlere itaat edilmez emrinde bulunmuşlardır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.