Suskun şehirlerimiz
Hafta sonunda, Hak Sendikaları Konfederasyonu (HAK SEN) Genel Başkanı Sayın Ayhan Çivi ile birlikte, Malatya ve Elbistan'ı ziyaret etme, halkla konuşma, GGM'nde, (Geri Gönderme Merkezleri) çalışan güvenlik görevlilerinin sorunlarını dinleme fırsatı bulduk.
Sizlerinde bildiği gibi Malatya ve Elbistan, Kahramanmaraş merkezli 6 Şubat asrın depreminde en büyük felaketi yaşayan illerimizden sadece iki tanesi.
Depremden hemen sonra bölgeye gitmiş ve orada olanlar ve yaşananlarla ilgili izlenimlerimizi sizlerle paylaşmıştık. Özetle; felaketin büyüklüğünü, insanımızın çektiği acıları, sıkıntıları, ihtiyaçları, karşılaştıkları problemleri bir bir anlatmış ve herkesin bu bölgeye yardım etmesi gerektiğini bunu da sadece bugün, yarın değil, yıllarca olmasının altını çizmiş, felaketin büyüklüğünü örneklerle anlatmıştık.
Aradan sekiz ay geçti. Gördüklerimiz, duyduklarımız ve gözlemlerimiz, sekiz ay önce söylediklerimizi doğrular nitelikte.
Bu süre içerisin de insanımız yaşadığı o unutulmaz acıyı hala yaşıyor. Elbette hayat devam ediyor ama tatlısıyla değil, acısıyla. O gün yaşananlar hala hafızalarda canlılığını koruyor. Mutlaka her sohbette o günler tekrar tekrar gündeme geliyor, acılar tazeleniyor, yürekler burkuluyor.
Bu şehirlerde derin bir sessizlik var. Sanki hayat durmuş gibi. O canlı, renkli, hayat dolu, sevinç, mutluluk ve huzurun yaşandığı şehirler gitmiş, yerine, kederli yüzlerin hakim olduğu, huzursuzluğun her halini yaşayan insan topluğu almış. Bir dokunup, bin ah işittik.
Acılar canlı, acılar hala taze...
Yerel ve ulusal medya büroları görevlerini tam olarak yapamamakta. Esnaf konteynırlarda sıkışmış kalmış durumda. Ticaretini güc-bela devam ettirmek, ekmeğini kazanmak için çırpınıyor. Halk kendi dertlerinin yanı sıra, ihtiyacını karşılamak için pahalılığın kıskacında. Burada ki pahalılık diğer illerden çok daha fazla. İnsanlar ihtiyaçlarını karşılamakta zorluk çekiyorlar.
Burada ki halk acılarının yanında yaşam mücadelesi verirken, suskun, bitkin ve yorgun olduğunu gözlemleyebiliyorsunuz.
O koskoca şehirlerde kimse yok denecek kadar az insan var. Gidenler gelmemiş veya gelmek istemiyor, gelenlerde şehri terk etmenin yollarını arıyorlar. O yaşanan korku hala yüreklerde, hala hayatlarının bir parçası, hala ya tekrar o kara günleri yaşarsak tedirginliği var.
Hala kaldırılmayan enkazlar, yıkımı bekleyen binalar var. Bunlar o felaket günlerini canlı tutan, unutulmasını en azından acıların hafifletilmesini engelleyen en önemli faktörler olduğu halkın bizzat kendisi dile getiriyor.
Özetle; yaşanılan psikolojik travmanın bırakın atlatılmasını, canlı tutulması için her türlü argüman var.
Malatya ve Elbistan Halkının çevre illerle de sıkı bir irtibat halinde oldukları için o yerlerin durumunu da sorduk. Aldığımız cevap yaşadığımız üzüntüyü katlayarak çoğalttı. O yerleşim yerlerinin de buralardan farklı olmadığı hatta birçok yerin çok kötü durumda olduğunu örneklerle anlattılar.
Felaketin ilk haftasındaki yazımızda; "depremzede kardeşlerimizin maddi ve manevi her konuda yanlarında olmamız gerektiği, yaptığımız veya yapacağımız yardımların bir kaç aylığına değil bir kaç yıllığına olması gerektiğini, bu felaketin atlatılmasının çok zor olacağını ve bunu hep birlikte atlatmamız gerektiğini, insanımızın içinde bulunduğu sıkıntıya ve yaşanılan acıya ortak olmamızın, elimizden gelen her şeyi ama her şeyi devlet ve millet olarak yapmamız gerektiğini defaten yazmış ve bu konuda son derece hassas olmamızın önemini ifade etmiştik."
Tabi bu olmadı bir iki ayın ardından sanki hayat normale dönmüş, depremzede kardeşlerimiz ve yaşadıkları yerler unutulmuş gibiydi. Üstelik birde seçim zamanında siyasi tercihlerinden dolayı, hakaretlere uğrayarak, gayri insani, gayri ahlaki durumlar yaşadılar. Gerek sosyal medyada gerekse bir takım belediyelerin yaptıkları hakaretler ve ahlaksızlıklar neticesinde onurları kırıldı, gururları incindi.
Aslında onları vuran depremden çok daha büyük bir felaket olan bizim davranışlarımız oldu.
Bir kez daha aynaya bakıp insanlığımızı sorgulayalım. Bir kez daha elimizi vicdanımıza koyalım. Bir kez daha bizim de her an depremzede olabileceğimiz gerçeğini düşünüp bu insanlara ve yaşadıkları yerlere olan maddi ve manevi yardımlarımıza devam edelim. Daha doğrusu etmek zorundayız. Elbette bugüne kadar yapılan yardımları kimse unutmuyor.
Biz değil miyiz zorda kalanın yardımına en hızlı bir şekilde koşan?
O halde, devlet olarak, bir an evvel, hem de en hızlı bir şekilde, enkazlar kaldırılıp evler yapılmalı, insanımızın evlerine dönmeleri sağlanmalı, şehrin canlılığının gelmesi için devletin bütün imkânları seferber edilmeli.
Bizler ise, yaşanılan psikolojik travmanın atlatıla bilmesi için, ensar-muhacirin kardeşliğinin en güzel örneklerini vermek zorundayız. Onların her türlü acılarına ve ihtiyaçlarına ortak olmalıyız.
Söylenecek çok şey var. Ama söylenmesi gerekenler zaten söylendi. Sözün bittiği yerdeyiz.
İnsanımıza sahip çıkalım. Tek bir insanımızı kaybetme lüksümüz yok, olmamalı da.
O illerin ve insanımızın belki eski haline getiremeyiz ama elimizden gelenin en iyisini yapabiliriz.
Ne güzel bir söz; "Bugün sana, yarın bana". Yarın bizim aynı şeyleri yaşamayacağımızı kim garanti edebilir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.