Şeker Kamışı Kadar Tuz Kadar Sevgi
Belgesel çekimi için gittiğim köyde yaşları doksana dayanmış iki ihtiyarla karşılaşınca, yanlarına gittim ve kameramı açıp onlarla röportaj yapmak istediğimi söyledim. Kabul ettiler.
Çok merak ettiğim bir soruyu ikisine de sormak istedim.
-"Bu yaşa kadar böyle birbirinizin gözlerine hasretle ve sevgiyle baktığınız dikkatimi çekti, birbirinize böyle baktığınıza göre sevdanız da büyük olmalı dedim.
-Söyler misin teyzem eşiniz size bunca yıl sevgisini nasıl gösterdi? Nasıl kanıtladı? Çok büyük bir şey yapmış olmalı değil mi? "
Yaşlı kadın eşinin gözlerine baktı gülümsedi ve sonra bu zamana kadar aralarında sır kalan şeyi söylediğini hissettirdi bana. Çünkü az ilerideki amcaya duyurmamak için fısıldar gibi konuşuyordu.
-"Şeker kamışı sayesinde beni ne kadar sevdiğini anladım yavrum" deyince şaşırdım...
-"Şeker kamışıyla, sevginin ne alakası var teyzecim?" diye sorunca, nemli gözlerle baktı az ötede iş yapan eşine.
Ve şöyle dedi.
-"Oğul biz çok fakiriz. Bu ben kendimi bildim bileli böyle. Mısır ekmeğimiz hariç, en lüks erzakımız şeker kamışıdır.
Evlendiğimizden beri Mehmet bey tarlaya gider şeker kamışı toplar. Çok sevdiğimi de bilir. Kamışlardan birkaçını kendine ayırır diğerlerini bana verirdi. Ama kamışların kenarını hep dişlenmiş görürdüm. Ben mahalleden çocukların yaptığını düşünürdüm o diş izlerini. Bir gün denk geldim, gördüm ki, Mehmet bey dişliyormuş kamışları. Sonra getirdi birazını bana verdi. Diğerlerini de yine kendine ayırdı. Ben o güne kadar bana verdiği bir kamışın dahi acı çıktığını görmemiştim. Mehmet beyin kendine ayırdığı kamışların yanına gidip hepsinin tadına baktım bir gün. Hepsi acıydı.
Meğer bizim herif yıllardır en tatlı kamışları bana ayırmak için dişliyormuş...
Sevmek, değer vermek öyle senin düşündüğün gibi büyük şeylerle anlatılmıyor evlat. Bazen bir şeker kamışı bile yetiyor ömürlük sevdayı hissettirmeye... [1]
***
Yaşına, padişahlığına yakışmayan hareketler yapan aklı kıt bir padişahın üç oğlu varmış. Herkesi kendine güldürürmüş. Devlet işleriyle hiç uğraşmaz, vaktini hep ava gitmekle, eğlenceler tertiplemekle geçirirmiş.
Günlerden bir gün, üç oğlunu da yanına çağırmış, onlara:
Söyleyin bakayım, diye sormuş, beni ne kadar seviyorsunuz?
Babalarının böyle tuhaf hallerine alışık olan şehzadeler, onun bu sorusunu hiç yadırgamamışlar. Fakat onun, sorduğu bir şeye karşılık verilmediği zaman da ne kadar kızdığını bilirlermiş. Önce en büyük şehzade cevap vererek:
Babacığım, demiş, sizi altın kadar, elmas kadar, pırlanta kadar seviyorum.
Büyük oğlunun bu cevabı padişahın pek hoşuna gitmiş. Kahkahalarla güldükten sonra, ortanca oğluna bakmış:
Ya sen beni ne kadar seviyorsun bakayım? diye sormuş. O da:
Babacığım, demiş, ben sizi bal kadar, börek kadar, kadayıf kadar seviyorum.
Ortanca oğlunun cevabı da padişahın hoşuna gitmiş. Gene kahkahalarla gülmüş. Sonra en küçük şehzadeye dönerek:
Söyle benim küçük oğlum, demiş, ya sen beni ne kadar seviyorsun bakayım?
Küçük oğlan, birdenbire cevap verememiş. Biraz yutkunduktan sonra:
Babacığım, demiş, ben sizi tuz kadar seviyorum.
Küçük şehzadenin bu beklenmedik cevabı karşısında, ağabeyleri, kendilerini tutamayıp gülmüşler. Padişahın da suratı birden asılmış. Kaşlarını çatarak:
Ne dedin, ne dedin? diye bağırmış. Beni tuz kadar seviyorsun ha? Seni utanmaz, hain evlat seni. Dünyada tuzdan daha kıymetli bir şey bulamadın mı?
Sonra, hiddetle, yanındaki küçük bir sedef sandıktan iki kese altın çıkarmış. Birini büyük oğluna, ötekini de ortanca oğluna atmış. Onlara, eliyle dışarı çıkmalarını işaret etmiş. Her iki oğlu da âdeta yerleri öpüp geri geri giderlerken, padişah ellerini çırpmış.
Çabuk bana cellatları çağırın! Diye bağırmış. [1]
.....
______
[1]Alıntı
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.