Rabbin İçin Namaz Kıl ve Kurban Kes
Kurban; sözlükte; yaklaşmak, birine yaklaşmaya vesile edilen şey, manasına gelir. Kur’an-ı Kerimde de Allah’a yakınlık, yaklaşmak manasında kurubat ve kurbe kelimeleri kullanılır. Yakınlıktan maksat, mekân olarak yakınlık manasına değil, mânevî olarak, rıza ve merhametine nâil olmak manasına gelir.
Allah-u Zülcelâl bir ayet-i kerimede şöyle buyuruyor:
“Onlardan kimi de var ki Allah’a ve âhiret gününe inanır, verdiğini Allah’a yakın dereceler (Kurubât) kazanmağa ve Elçinin dualarını almağa vesile sayar. Gerçekten o verdikleri kendileri için yakın derecelere (kurbe) vesiledir. Allah onları rahmetinin içine sokacaktır. Muhakkak ki Allah bağışlayandır, esirgeyendir.” (Tevbe, 99)
Arapçada kurban bayramı için “Iydu’l-adhâ,” kurbanlık için “udhiyye” kelimeleri kullanılır. Ancak Türkçede Kur’ân-ı Kerim’de Hz. Adem aleyhisselamın oğullarının kıssasında Allâh’a yaklaşmak için sunulan hayvan, ekin vb. takdime anlamına gelen “kurban” kelimesi örnek alınarak bu ibadetin ismi olarak tercih edilmiştir.
Kurban Allah’ın rıza ve rahmetine yaklaşmaya vesile olan ibadet manasında; bilhassa dînî bir terim olarak; ibâdet maksadıyla, belirli şartları taşıyan hayvanı usûlüne uygun olarak kesmeyi ve bu niyetle kesilen hayvanı ifade eder.
Kurbanın manası, Allah’ın kullarına verdiği nimetleri yine Allah’ın emri üzerine feda etmenin bir timsalidir. Hz. Adem aleyhisselamdan bu yana bütün dinlerde kurban uygulaması mevcuttur.
Allah-u Zülcelâl şöyle buyurmuştur:
“Biz, her ümmete -(kurban kesmeye uygun) hayvan cinsinden kendilerine rızık olarak verdiklerimiz üzerine Allâh’ın adını ansınlar diye- kurban kesmeyi gerekli kıldık. İlâhınız, bir tek ilâhtır. Öyle ise, O’na teslim olun. (Ey Muhammed!) O ihlâslı ve mütevâzı insanları müjdele!” (el-Hacc, 22/34)
Takva Sahipleri
Allah celle celâluhû, Hz. Adem’in oğullarından Hâbil ve Kābil’in Allah Teâlâ’ya kurban sunduklarından şöyle bahsetmektedir:
“Hani birer kurban takdim etmişlerdi de birisinden kabul edilmiş, diğerinden ise kabul edilmemişti. (Kurbanı kabul edilmeyen kardeş, kıskançlık yüzünden);
– Andolsun seni öldüreceğim. dedi. Diğeri de;
– Allah ancak takvâ sahiplerinden kabul eder. Andolsun ki sen; öldürmek için bana elini uzatsan (bile) ben sana, öldürmek için el uzatacak değilim. Ben, âlemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım. Ben istiyorum ki, sen, hem benim günahımı hem de kendi günahını yüklenip ateşe atılacaklardan olasın; zalimlerin cezası işte budur.
Nihayet nefsi onu, kardeşini öldürmeye itti ve onu öldürdü: bu yüzden de kaybedenlerden oldu.” (el-Mâide, 27-30)
Hz. Âdem’in oğullarından Kabil, mallarından bir miktar buğdayı, Habil ise görkemli bir koçu sunmak şeklinde Rablerine takdim etmişlerdi. O zamanlar kurban edilen şey, gökten inen bir ateş tarafından yakıldığı zaman bu o sunulan kurbanın kabul edildiğine işaret kabul edilirdi.
Hâbil’in sunduğu koç kurbanı kabul edilmiş, Kâbil’in sunduğu ekin ise kabul edilmemişti. Çünkü Hâbil, ihlaslı bir şekilde, malının iyisini seçerek sunmuştu. Kâbil ise gönülsüzce, mallarının en değersiz olanlarını kurban diye getirip sunmuştu.
İslam’dan evvelki ümmetlerde gökten inan bir ateşin kurbanı yakması, o kurbanın kabulüne ve kurbanı sunan kişinin Allah katında değerli sayılışına işaret olarak görülüyordu.
“Onlar: ‘Allah bize, and verdi ki, bize ateşin yiyeceği bir kurban getirmedikçe hiçbir elçiye inanmayalım.” dediler. (Âl-i İmran, 183)
Kurban Teslimiyettir
Allah’ın Peygamberlerinin getirdiği hak din tahrif olduğu zaman, kurban ibadeti de tahrif olmuştu. Bazı toplumlarda yetim çocuklar akrabalarından alınıp putlara kurban edilirdi. Bazı topluluklar da cüce, engelli çocukları putlara kurban ederek güya kıtlık ve salgın hastalıkları önlemeye çalışırlardı.
Bazı rivayetlere göre Hz. İbrahim aleyhisselamın çocuğu olmuyordu. Bir takım putperest kavimlerin çocuk kurban ettiklerini görünce, “Eğer benim çocuğum olsaydı ve Allah onu kurban etmemi emretseydi onu kurban ederdim,” diye içinden geçirdi. Allah-u Zülcelâl ona Hz. İsmail’i verdi.
Ayet-i kerimelerde şöyle anlatılır:
“Çocuk onun yanında koşma çağına erişince (İbrahim ona): “Yavrum, dedi, ben uykuda görüyorum ki ben seni kesiyorum; (düşün) bak, ne dersin?”
(Çocuk): “Babacığım, sana emredileni yap, inşallah beni sabredenlerden bulacaksın.” dedi.
İkisi de böylece teslim olup çocuğu alnı üzerine yatırınca,
Biz ona: “İbrahim! Sen rüyayı doğruladın, işte biz, güzel davrananları böyle mükâfatlandırırız!”
Gerçekten bu, apaçık bir sınav idi. Ve fidye olarak ona büyük bir kurbanlık verdik. Sonra gelenler arasında ona (iyi bir ün) bıraktık. (Saffât 102-108.)
Kur’ân-ı kerimde haber verildiğine göre Hz. İbrahim aleyhisselam, yaşlılık çağında kendisine verilmiş olan evladını Allah’ın emrettiği şekilde kurban etmekte tereddüt etmedi. Zira o, her konuda âlemlerin Rabbine teslim olmuş bir kul ve peygamberdi.
Allah-u Zülcelâl çocuklarımızı Allah’a kurban etmemizi emretmedi. Ancak onları Allah’ın emaneti bilip, Allah’a güzelce kul olacak şekilde yetiştirmemizi emretti. Eğer onları kendi nefsimizin hevasına göre, sırf dünyevi gayelerle veya başıboş yetiştirirsek, onları mahvetmiş oluruz.
Hz. İbrahim aleyhisselam oğlunu Allah’a itaatli bir kul olarak yetiştirdiği için, babası onu kurban edecek olsa bile isyan etmeyecek şekilde teslim olmuştu. Baba oğul Peygamberler bu zor imtihandan yüz akıyla çıkmak suretiyle bize güzel bir örnek sundular.
Allah-u Zülcelâl’in istifademize verdiği koyun, keçi, deve ve sığırdan kesilen kurbanlar ise, bize Allah’ın emrine itaat ve teslimiyet vesilesi olarak kaldı. Şimdi bizler o kurbanı kesmekle Allah’ın verdiği her nimeti Allah’ın emri üzere kullanacağımıza dair kulluk sözümüzü hatırlamış oluyoruz.