Pedagojik Değil Ekolojik Eğitim
Sinema televizyondan daha eski bir araç. İnsanlığın sinemayı niçin icad ettiği sorusu verilen en ilgi çekici cevaplardan birisi ünlü Fransız sinema kuramcısı Andre Bazin’den gelmiştir.
Andre Bazin’e göre “insan ölümsüzlüğün ardında olduğu için gerçeğin benzerini yaratmaya çalışıyor” ve portre, modeli anımsamamıza yardım ettiğine, onu ikinci bir ölümden kurtardığına inanıldığı için yapılıyor. (Sinemada Anlam Yaratma, Seçil Büker,Milliyet yay.1989.sh 1.)
İnsandaki sonsuzluk arzusu fıtri bir arzudur nitekim Şeytanda Hz. Adem’i “…Rabbinizin size bu ağacı yasaklaması, yalnızca, sizin iki melek olmamanız veya ebedi yaşayanlardan kılınmamanız içindir.” (Araf Suresi, 20) düşüncesiyle kandırmıştır.
Bu sonsuzluk arzusu insanlığın sanatsal üretiminde ana motor olmuştur. Fakat sadece bu unutulmama arzusu değil hakikate ulaşma, benliğinden veya kâinattan yola çıkarak gerçeği arama macerasında kilise resimlerinden tutun filmsel üretimlere kadar birçok gösterge insanlığın manevi ve mistik duyguları tatmasında rehber olmuştur.
BAKANLAR ve GÖRENLER
“İnsanlara afakta (ufuklarda, hariçte, evrende) ve kendi nefislerinde (benliğinde) ayetlerimizi göstereceğiz ki onun (Kur’an’ın) gerçek olduğu, onlara iyice belli olsun. Rabbinin her şeye şahit olması, yetmez mi?” (Fussılet suresi 53.ayet.)
Görüntü yani görünen evrensel bir simgedir. Modern tarih anlayışına göre mağara dönemi olarak bahsedilen insanlığın ilk döneminde bile iletişim dilinin mağaralara çizilmiş resimler olduğunu biliyoruz. Tıpkı ilk icat edilen alfabelerden birisi olarak görülen mısır hiyeroglifleri gibi kadim bir alfabede de resimsellik ön plandadır. Ünlü Arap seyyahı İbn-i Fadlan’ın 10.yy.’daki yolculuğunu anlatan 13. Savaşçı filmindeki13 şu çarpıcı diyalogda buna örnek verilebilir; İbn-i Fadlan’ın okum-yazma bildiğini duyan Vikingli barbar şöyle der, -Sen seslerin resmini yapabiliyormusun?
Hakikati ister sinema perdesinde ister tabiatta olsun kavramanın ilk yolu görme ve işitmedir. Burada niyet ve nazar önem kazanmaktadır. İnsanın kendisini anlamlandırması tabiatla beraber bir bütün halinde gerçekleştirmesi gereken bir eylemdir. Çünkü insanın kendisini anlamlandırması, çevresini anlamlandırmasıyla ilintilidir. Bu anlamlandırma sürecinde ise insanın önünde bir çok göstergeler bulunmaktadır. Bu göstergeler Allah’ı gizleyen, önüne perde olan değil, ona işaret eden gösteren anlamsal nesnelerdir. Dikkat edilecek olursa İslam kültüründe gerek Kuran-ı kerim gerekse tabiat için “ayet” tabiri kullanılır. Ayet işaret eden gösteren demektir.Yine alem kelimeside işaret sembol anlamına gelir ve tabiat alemi, hayvanlar alemi diyerek aslında yaratılanların bir şeye alem olduğunu yani işaret ettiğini söylemiş oluruz.Âlem, alamet, işaret sembolse neye işaret etmektedir? Elbette ki yaratıcısına. Yine Kur’an-ı Kerim’de bir çok sureye manevi kavramlardan değil maddi nesnelerden ad verildiğini görüyoruz.( 114 surenin sadece 14 tanesi manevi kavrama tekabül eder) Varlık cansız, ölü, camid yığınlar değildir her biri Allah’ı tesbih etmekte onu hatırlayıp hatırlatmaktadırlar.
“ Göklerdeki ve yerdeki her şey Allah’ı tespih etmektedir. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir. (Hadid suresi.1.ayet) Kuran-ı kerimde Fatiha suresindeki ‘rabbülalemin’ ifadesine dikkat edilecek olursa “: Bu kelimenin sonundaki yalnız i’rab alâmetidir, gibi; veya cem’ alâmetidir. Çünkü, âlemin ihtiva ettiği cüzlerin her birisi bir âlemdir. Veyahut, yalnız manzume-i şemsiyeye münhasır değildir. Cenab-ı Hakkın, şu gayr-i mütenahî fezada çok âlemleri vardır. Evet, ve ‘de olduğu gibi, burada da ukalaya mahsus cem’ sigasıyla gayr-i ukala cem’lendirilmiştir. Bu ise kavaide muhaliftir?Evet, âlemin ihtiva ettiği uzuvların birer akıl, birer mütekellim suretinde tasavvur edilmesi, belâgatın en makbul bir prensibidir. Zira, kâinatın “âlem” ile tesmiyesi, kâinatın sâniine olan delâleti, şehadeti, işareti içindir. Binaenaleyh, kâinatın uzuvları da, sânie olan delâletleri, şehadetleri için, birer âlem olmaları icab eder. Öyle ise, sâniin, o uzuvları terbiyesinden ve o uzuvların da sânii i’lâm etmelerinden anlaşılır ki, o uzuvlar birer hayy, birer akıl, birer mütekellim suretinde tasavvur edilmiştir; binaenaleyh, bu cem’de kavaide muhalefet yoktur.( Bediüzzaman Said Nursi, İşaratül İcaz, sh.28 Zehra yay.İst.2006)
Evet konuşan kainatı göstermek gerekiyor. İman sahibi bir insan için tabiatı anlatan bir belgesel; bize Allah’ın kuvvetini, kudretini haykıran Tevhide dair bir derstir aynı zamanda. Tabiat ayetleri, yeryüzünün her yerinde ders vermektedir ve işitsel-görsel malzemeler bunun en güzel örneklerini ayağımıza getirmektedir. “Ne tarafa dönerseniz dönün Allah’ın vechi (yönü, onu hatırlatan zatı) oradadır” (Bakara suresi 115) 15.
Burada salt tabiat görüntüsünün güzel bir formla verilmesinden ziyade bunun ikinci aşaması olan mülkün melekut boyutunu, yani bir de görünenin arkasındaki kudret elini, mistik hadiseleri insanlara hatırlatmak gerekir.
Bu anlamda pedagojik değil ekolojik eğitim sağlam bir tevhidi inancı doğrulacaktır.Tefekkürün nafile ibadetten üstünlüğünün vurgulanmasından tutun Bediüzzaman gibi bir allameyi cihanın dağda ağaç başlarında tefekküre çıkması gösteriyor ki Tevhid sadece kütüphanelerden kitap okumakla elde edilecek bir güç değildir.
Pedagojik değil ekolojik eğitim konusunu başka bir yazıda ele alacağız inşallah.
……………………..
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.