Okçular Tepesi’nden Bize Kalanlar
Bedrin intikamını almak isteyen Kureyşli müşrikler türlü propagandalar ile insanları topluyor ve müminlerin üzerine gelmek için güçlü bir ordu hazırlıyordu. Haberi alan Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem iki tane gözcü yolladı ve haberlerin doğru olduğunu teyit ettikten sonra sahabeler ile bir harp meclisi kurdu. Bir hutbe irad buyurduktan, sonra istişare edildi.
Allah Rasulü sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz, savaşı Medine’de kalarak savunma şeklinde yapmak istiyordu. Fakat çoğunluğu Bedir’de bulunamayan gençler, şehrin dışında hücum savaşı yapmak istiyordu. Peygamberimiz kendi görüşünün aksi olmasına rağmen çoğunluğa uydu ve “Sabır ve sebat ederseniz, bu defa da Allah size nusret ihsan eder” buyurarak saadetli hanelerine giderek, zırhını giydi.
Daha sonra Peygamber Efendimizin istediğinin karşısında görüş bildirmiş olan sahabeler pişman oldular ve Efendimize gelerek, “Ya Rasulullah biz senin emrine karşı gelmeyiz. Nasıl istersen öyle yap” dediler. Bunun üzerine Efendimiz aleyhisselam: “Zırhını giydikten sonra harp etmeden dönmek bir peygambere yakışmaz. Bari bundan sonra muhalefet etmeyiniz. Olduğunuz yerde sebat ediniz. Allah, bizimle beraberdir” buyurdu.
Siyer kitaplarını incelediğimizde öz itibariyle yukarıda bilgileri rahatlıkla elde edebiliriz. Fakat bugün yazımıza konu olacak husus, Uhud’un dönüşünden sonra sahabelerin Peygamber Efendimize gelerek iki farklı yerde zaferi vadettiğini fakat netice itibariyle zaferin gerçekleşmemesini hatırlatmaları…
Sahabelerin bu sorusu üzerine Âl-i İmrân suresinin 152 ve 153. Ayetleri nazil oldu…
“Siz Allah’ın izni ile düşmanlarınızı öldürürken, Allah, size olan vâdini yerine getirmiştir. Nihayet, öyle bir an geldi ki, Allah arzuladığınızı (galibiyeti) size gösterdikten sonra zaafa düştünüz; (Peygamberin verdiği) emir konusunda tartışmaya kalkıştınız ve âsi oldunuz. Dünyayı isteyeniniz de vardı, ahireti isteyeniniz de vardı. Sonra Allah, denemek için sizi onlardan (onları mağlup etmekten) alıkoydu. Ve andolsun sizi bağışladı. Zaten Allah, müminlere karşı çok lütufkârdır.” (Âl-i İmrân; 152)
“O zaman Peygamber arkanızdan sizi çağırdığı halde siz, durmadan (savaş alanından) uzaklaşıyor, hiç kimseye dönüp bakmıyordunuz. (Allah) size keder üstüne keder verdi ki, bundan dolayı gerek elinizden gidene, gerekse başınıza gelenlere üzülmeyesiniz. Allah yaptıklarınızdan haberdardır.”(Âl-i İmrân; 153)
Muhammed Ali Es-Sabuni rahmetullahi aleyh, Safvetü’t-Tefasir isimli tefsirinde ayetleri şu şekilde tefsir etmiştir;
…Allah, düşmana karşı zafer kazandıracağına dair size verdiği sözü yerine getirdi. Zira siz onları hızlı bir şekilde öldürüyor; Allah’ın hikmet ve iradesiyle, kılıçlarınızla biçiyordunuz. Nihayet korkaklaşıp zaafa düştünüz ve dağdaki geçidi tutma konusunda ihtilaf ettiniz. Allah, istediğiniz zaferi size gösterdikten sonra, Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem)’in emrine isyan ettiniz.
Rivayet olunduğuna göre Rasulullah sallallahu aleyhi vesellemin elli okçuyu dağın üzerinde bir geçide yerleştirdi. Buradan müslümanları savunmalarını emretti. Onlara: “Bizi kuşların kaptığını görseniz bile, sakın yerlerinizden ayrılmayın” dedi. İki ordu karşı karşıya geldiğinde, okçuların attığı okların yüzlerine gelmesi sebebiyle müşrik atlıları direnemedi ve hezimete uğradılar. Okçular bu durumu görünce “Ganimete ganimete” diye bağırarak ganimet toplamak için aşağı indiler. Ancak kumandanları, on kişi ile birlikte geçidi tuttu. Müşrikler dağın arkasından gelerek bu okçuları öldürdüler ve kılıçlarıyla, müslümanların arkasından saldırmaya başladılar. Böylece, kazanılmış zafer müslümanlar için bir hezimete dönüştü.
Yüce Allah bunu, “İstediğiniz zaferi size gösterdikten sonra” ifadesiyle vurgular. Sizden dünyayı yani ganimeti isteyen vardı. Bunlar dağdaki geçidi terkedenlerdir. Sizden âhireti yani Allah’ın sevabını isteyenler de vardı.
Bunlar kumandanları Abdullah b. Cübeyr ile birlikte geçidi tutup sonra şehit olan on kişidir. Sonra Allah imanınızı denemek için kâfirler karşısında sizi hezimete uğrattı da geri döndünüz. İsyanınıza rağmen Allah sizi bağışladı. Burada şayet Allah affetmeseydi, işledikleri günah sebebiyle müslümanların başlarına gelenden daha çoğuna müstehak olacaklarına bir işaret vardır. İşte bunun içindir ki, Yüce Allah buyurdu. Yani Allah bütün zaman ve durumlarda mü’minlere karşı lütuf ve nimetiyle muamele eder.”
Ey mü’minler topluluğu! Kimse diğerini beklemeksizin arkanıza dönüp bakmaksızın savaştan kaçtığınız zamanı hatırlayın. Muhammed (sallallahu aleyhi vesellem) de arkanızdan sizi çağırıyor ve şöyle diyordu : “Ey Allah’ın kulları” Bana gelin, Ey Allah’ın kulları bana gelin. Ben Allah’ın Rasulüyüm. Kim tekrar savaşa dönerse, cennete girer.” Siz ise hızla kaçıyordunuz. Peygamberi üzmeniz ve onun emrine muhalefet etmeniz dolayısıyla, bu yaptığınıza ceza olarak Allah da sizi üzdü. O, bunu, elden kaçırdığınız ganimete ve başınıza gelen hezimete üzülmeyesiniz diye yaptı. Burası, üzüntü vermenin hikmetini açıklar. O da üzüntünün, elden kaçırdıklarını ve başlarına gelenleri onlara unutturmasıdır ki, bu da Allah’ın onlara bir lütfudur. Allah yaptıklarınızdan haberdardır, ihlaslı ile İhlassızı bilir.”
Allah-u Zülcelal’in indirdiği ayet-i kerimelerin ilk muhatabı ashab-ı kiram olsa da emir ve buyrukları kıyamete kadar tüm inananlaradır. Bu iki ayet-i kerimeyi tefekkür ettiğimizde bizler de kendi kendimize veyahut birbirimize sorduğumuz bazı soruların cevaplarını alabiliriz.