Modernleşen toplumda dost kalabilmek
Modernleşmeyle birlikte şehirlerimizde dev bina ve kuruluşlar, dev alış veriş merkezleri futbol stadyumları, uzun ve geniş köprüler, büyük devlet binaları, alabildiğine geniş havaalanları, birbiri arasında epeyce bir mesafesi olan şehir hastaneleri, gitmekle bitmeyen çok şeritli yollar, gökdelenler, devasa kültür merkezleri, bilmem şu kadar ağacı olan parklar, şehirlerin değişik yerlerinde binlerce kişinin sahip olduğu hobi bahçeleri, büyük limanlar, binlerce mahkumun kaldığı hapishaneler… ve fakat yalnızlaşan insan.
Batı’da başlayan sanayi inkılabı önce Batı şehirlerinin demografik yapısını bozmuş ve şehirlerdeki mecburi iskanı artırmıştır. Ticaret şehir merkezlerinde yapılmaya başlanarak bugünkü modern metropol şehirlerin temelleri atılmıştır. Fabrikalar ve iş merkezleri merkezinde kurulan şehirlerin dayandığı temel mesele üretim ve makine gibi çalışan insan tipidir. ‘’Bu anlamda modern kentleri geleneksel şehirlerden ayıran en belirgin özellik organik olanın mekanik olana dönüşmesidir.’’ (1) Geleneksel dediğimiz hem Batı’da hem Doğu kültürlerinde yerleşim yerlerinin merkezinde cami(mescit) veya kilise vardır. Bugün Anadolu’daki eski yerleşim yerlerine baktığımızda merkezde kurulan cami ve camilerin etrafına kurulmuş kapalı çarşılar, kaleler, pazar yerleri ve merkeze açılan sokaklar vardı. Modern şehirlerde bu merkezlerin yerini büyük sanayiler, çok katlı binalardan oluşan iş merkezleri, şehirlerin etrafına kurulmuş devasa AVM’ler yer almaktadır. Teknolojinin gelişmesiyle de birlikte insan önce çevresine yabancılaştı sonra da özüne. Karl Marks’ın hayal ettiği gelecek, sermaye egemenliğine son verecek sosyalist devrimlerle gerçekleşememiş bir makinenin parçaları olan ve bütünden kopuk yaşayan insan hem kapitalizminin egemenliğini devam ettirmiş hem de işçi sınıfı dönüşüme uğramıştır.
Büyük binaların yapımıyla birbiriyle yarışan şehirler insanın duygularına cevap verememektedir. Güvenebileceği insanları azalmış zamanın su gibi aktığı şehir hayatında gerçekleriyle, hayalleriyle, özlemleriyle bir var olma mücadelesi vermektedir. Bireyselleşen, sürekli bir koşuşturmaca içinde olan, kazanç hırsıyla mutlu olmaya çalışan, başarı fetişine endeksli eğitimle bireyler modern kişilikler oluşturmuşlardır. Modern bilimler modern kişilikleri modern bilimin psikolojisi, anketleri, testleriyle anlamaya anlamlandırmaya sorunlarını çözmeye çalışırken samimiyeti, hasbiliği, diğergamlığı oluşturamamıştır. Kemal Sunal’ın ‘Köyden İndim Şehre’ filmi, Ferdi Tayfur’un gecekondu şehirlerinde bunalan insanı dillendirdiği şarkılarıyla çevresine olan ‘’itirazı’’n en açık yansımalarıdır. Modern toplumlar insan ilişkilerinde anlık çıkarlara, yüzeysel ilişkilere bırakmıştır. Zamanın ve mekanın içinde kaybolan bireyler. Birbiriyle halleşen dertleşen dostlukların yerini kanka, pampa gibi içi boş bir paylaşımı varmış gibi görünen aslında olmayan, inkar endeksli arkadaşlıklar türemiş durumda. Sevgi, dayanışma ruhu, paylaşma gücü tükenmiş durumda. Kavramlarıyla hızlıca tüketti ki modern toplum dostunuz var mı dediğinizde sevgili ile eşanlamlı düşünür olduk. Demek ki zihin dünyamızda da epey bir kırılma yaşamışız. Birbirini kullanan çıkarı bittiğinde de kaldırıp atan ilişkiler. Hediyeleşmeyi maddeye bağlayan birbirine gülümsemenin bir sadaka olduğu İslam kültüründen madde endeksli modern hayata hızla yelken açıyoruz.
Yalanların normal olduğu, sırdaşlığın yerini ifşanın aldığı, yardımlaşmanın yerine bencilliğin kök saldığı, istişarenin yerini baskı kültürünün aldığı, beraber olmanın halleşmenin yerini mesajlaşmanın aldığı, nezaketin yerine kabalığın ön planda olduğu bir arkadaş ilişkiniz varsa bu arkadaşlığınız dostluğa dönüşemez. Vefanın, sadakatin, karşılıklı muhabbetin, saygının, şefkatin, paylaşmanın olduğu ilişkilerde, kendinizi güvende hissettiğiniz birileri varsa onlar sizin dostlarınızdır. Bir telefon kadar yakın olup da uzak olanlardan değildir bunlar. Kin, nefret, kıskançlık, çekememezlik yoktur. Modern dünyada vefa sahibidir onlar. Sevildiklerini bilir ve ona göre severler. Dostlar birbirlerinden emindir birbirlerine sadıktır. Öyle değil miydi dostum dediği Ebubekir. Herkes onu yalanlarken, sadık dostu Hz. Ebu Bekir tereddüt etmeden ona inandı, iman etti. Hicrette de onun can yoldaşı, mağara arkadaşıydı. Nebî, son günlerinde kendisinin yerine ashabına namaz kıldırması için onun adını vermiş, mihrabını ona emanet etmişti. Bu son vazife, ancak hayatının her anında yanında olan can dostu Ebû Bekir es-Sıddık’tı.
Modern toplumda insanın konumu yükseldiği veya maddî imkânları arttığı zaman etrafında pek çok kişi toplanıyor. Bakıyorsunuz dostları birden artıyor ! Ne zamanki o koltuktan düşüyor veya maddî imkânlarını kaybediyor, yanında kimse kalmadığını görünce kahroluyor. Dostlukları siyasetle, hırslarla, gereksiz laf ve dedikoduyla bozanlar eğlenebileceği, ağlayabileceği dostlar bulamazlar. Rus yazar Anton Çehov’un ifadesiyle ‘’İnsanlar eğlenebildikleriyle arkadaş olurlar, anlatabildikleriyle dost, ağlayabildikleriyle kardeş.’’ Dostlarla yapılan sohbet hayatın yorgunluğunu, stresini, üzüntülerini bir nebze de olsa azaltır. Modern toplumun verdiği tüm acılara karşı sığındığımız limanlarımızdır. Dost meclislerinde beraber gülünür beraber ağlanır. Zaman ve mekan gözetmeksizin gözlerine baktığınızda kendinizi gören dostlarınız varsa mutlusunuz demektir. Çünkü dostlar sizi olduğu gibi kabul eder. Birisi size nerede kalmıştık? diyorsa o sizin dostunuzdur. Her türlü kırgınlığa, kalp kırılmalarına, küsmelere, alınmalara, beklentilere rağmen. Hayatın içeceği diye bir reklam vardı bir zamanlar. Tam da dostları anlatan bir ifade. Hayatın su gibi ekmek gibi olmazsa olmazıdır dostluklar. Dolayısıyla dostlukları gereksiz şeylere kurban etmemek gerek. Çünkü dostluklar emekle, çabayla zaman içinde ilmek ilmek kurulmuştur.
Dostlukta,
bazen susmak, bazen konuşmak,
bazen yol göstermek, bazen uyarmak,
bazen şaşırmak, bazen sevinmek,
bazen gönül dolusu sarılmak, bazen seviyorum demek,
bazen düşünmek, bazen düşündürmek,
bazen taklit etmek, bazen gıpta etmek,
bazen elinden tutmak, bazen önüne durmak,
bazen ihtiyacını gidermek, bazen istemek,
bazen hediye vermek, bazen hediye almak,
bazen beraber ağlamak, bazen beraber gülmek,
bazen heyecanlanmak, bazen endişe etmek,
bazen beraber üzülmek, bazen beraber sevinmek,
bazen hasret gidermek, bazen uzak kalmak,
bazen özlemek, bazen özlenmek,
bazen ayrı düşmek, bazen buluşmak,
bazen görüşmek, hemhal olmak, beraber olmak.
Dostlukların kurulduğu yerlerden birisi de üniversite yıllarıdır. Kanınızın hızlı aktığı yıllar yani. Orhan Veli’nin ‘’Delikanlı çağımızdaki cevher/ Yalvarmak, yakarmak nafile bugün/ Gözünün yaşına bakmadan gider.’’ dediği gibi aradan seneler geçmiş olmasına rağmen aynı üniversiteden aynı dönemlerde mezun olmuş, aynı öğrenci evlerinde kalmış, aynı mekanlara takılmış otuza yakın bir grup arkadaşla Bolu Gölköy’de hafta sonu bir araya geldik. Organizasyonda özellikle emeği geçen Adnan Gürbüz’ün hakkını teslim etmek gerek. Farklı meslek gruplarından arkadaşlar: öğretmen, müfettiş, doktor, müşavir, emlakçı… Bir de biz üniversitedeyken o zamanlar el emeğiyle gemi yapıp satan şu anda da Kocaeli’nde gemi yapımında çalışan Ekrem Güney Abimiz vardı. Buluşmaya ilk defa katılıyor olmam hasebiyle nazarımda ayrı bir yeri oluşmuştu. Bunun için cuma günü orada olacak şekilde işlerimi ayarladıysam da gecenin bir vakti Bolu otogarında kendimi yalnız beklerken buldum. Sağ olsun imdadıma Bolu’da ikamet eden Ünal Yaşar Bey ile Kahramanmaraş’ta öğretmenlik yapan Fatih Buğday Hoca'm yetişti. Yazın ortasında Bolu her zamanki çetinliğini göstermişti. Üşümüştüm. Gittiğimiz ev üniversite yıllarındaki aynı ev değildi ama olsun bizim evdi. Gecenin ilerleyen vakitlerine kadar uzak yerlerden gelen arkadaşlarla konuştuk. Her ne kadar hafta sonunun tamamını bir arada geçirelim dediysek de özellikle özel sektörde çalışan arkadaşların iş yoğunluğundan dolayı sadece pazar günü gruba takılabildiler. Önümüzde uzun bir cumartesi ve pazar vardı. Cumartesi günü Bolu’nun caddelerini, özellikle de Bolu’nun merkezini bir uçtan bir uca bağlayan mecburiyet caddesini, sokaklarını, eski uğrak yerimiz Hürmet Lokantasını gezdik. Bir ara ben, Kadir Türker, Taylan Demir ve Mehmet Değirmenci eskiden sadece kadayıf yemeye gittiğimiz şimdilerdeyse hakiki künefe yapan Lütfü Usta’nın Yeri’ne gidip künefe yiyerek semaverde çay içtik. Yolunuz Bolu’ya düşerse mutlaka buraya uğrayıp künefe yemeden geçmeyin.
Akşam iş yoğunluğu olan birkaç arkadaş hariç gecenin ilerleyen vaktine kadar sohbet ettik. Dostlarla eski günleri yâd ettik. Birbirimizin gözlerine baktığmızda geçmiş günleri yâd ederken ki heyecanımızda kendimizi gördüğümüz dostlar. Birçok konuyu konuştuktan sonra konu ne olacak bu imam hatiplerin hâli ? idi. Özellikle şu an Develi’de bir imam hatipte okul müdürlüğü yapan Yüksel Uygun abimiz pek konuşturmasak da (?) imam hatiplere önce bizim sahip çıkmamız gerektiğini uzun uzun anlattı. Proje imam hatipler hariç imam hatiplerdeki kalitenin artırılmasına yönelik epey bir kafa yorduk. Sorunun ne olduğuna yöneldik. İmam hatiplerin çok açılmasından tutun da FETÖ’nün yaratmış olduğu korku kültürü, sistemsel sorunlar, modern toplumun yeni nesil gençliği, gençlere ulaşamama vs. Biz ne kadar değiştiysek toplum da o kadar değişmiş dönüşmüştü. Bu anlam da sorun da çözüm de bizdik. Tabi geldiğimiz nokta bütün imam hatipleri proje imam hatipler seviyesine yükseltmek. Bir gece de kesin çözüm bulamadığımız için çözümü kısa yoldan konuyu kapatmada bulduk. Bu şekilde muhabbeti de kapatmış olduk. Geceyi kalabalık olduğumuz için Bolu’nun üniversite yolu üzerindeki yurdunda geçirdik. Molla dediğimiz Kadir Türker’in milleti sabah namazına kaldırması beni üniversite yıllarındaki huşu içinde kıldığım günlere götürüp aynı tadı almamı sağladı ya o yeter. Ne de güzel günlermiş meğer.
Pazar günkü pikniğimizi sakin olacağı hasebiyle Bolu Gölköy’de ormanların içinde yapmaya karar vermiştik. Tabiatla ve dostlarla baş başaydık. Bu tür organizasyonlarda grup kalabalık olunca illaki bir iş bölümü olur. Herkes elinden geldiğince bir şeyler yapmaya çalışır. Doktorumuz Mevlüt Özmen ve Kerim Deniz Hoca’m ızgaranın dumanı altında tavuk ve köfte pişirdiler. Sonlara doğru ben devralsam da köfteler pişmişti çoktan. Hem de en iyilerini dostum, ben kısaca müdürüm diyorum, Murat Altınöz’e verdim. Fatih Akbaba’nın moderatörlüğünde şahsımdan başlayarak kendimizi, düşüncelerimizi, projelerimizi anlattık. Yaptığımız konuşmada herkesin heyecanı yüzünden, bakışlarından okunuyordu. Dostlarla buluşmamızda zaman durmuştu sanki. Ne kuşların cıvıltısı, ne de rüzgarın sesini duyuyorduk. Birbirimize kilitlenmiş ağzımızdan çıkan sözlere kulak vermiştik. Şu an Safir Kolejinin Bağcılar Kampüs Müdürlüğünü yapan İbrahim Duran’a gelince’’ Hayatımda üç kırılma yaşadım. Birincisi üniversiteyi kazanınca, ikincisi duyarlı mütedeyyin insanların kapitalistleştiğini görünce, üçüncüsü de FETÖ darbe girişiminde.’’ demesi yaşadığımız dönüşümün özeti idi. Konuşmalarımızda epey bir proje çıktı ama bakalım icraat ne olacak?
Seneler dostların bakışlarını, gülüşlerini değiştirmiyor. Birbirine olan muhabbetini eksiltmiyor. Zaman gerçek dostlukları eskitemiyor. Tam tersine dostların birbirine muhtaç olduğunu her defasında tekrar tekrar gösteriyor. Birbirini seven bu dost grubu olarak Rabbimize ne kadar şükretsek azdır. Memleketlerine aşkla şevkle hizmet eden bu dost meclisleri yüreğinizin engin denizlere yelken açtığı limanlarıdır.
İnsan ünsiyet sahibi bir varlıktır. Kişi ünsiyet kurabileceği insanlarla dostluk kurabilir. Yalnızlık Allah’a mahsus olduğuna göre modern hayatta dostluk kurmuş ve her şeye rağmen dost kalabilmiş dostlara selam olsun. Peygamberimiz(sav) “Mü’min, kendisiyle dostluk kurulabilen insandır. Kimseyle dostluk kurmayan ve kendisiyle de dostluk kurulamayan insanda hayır yoktur.”(2) “Kişi dostunun dini üzeredir. Öyleyse her biriniz kiminle dostluk kuracağına dikkat etsin.”(3)
1. Ali Bulaç, Din ve Modernizm,1990,İstanbul.
2. Ahmed b.Hanbel, II, 400.
3. Ebu Davud, Edeb, 19, Tirmizi, Zühd, 4.